19 Aralık 2012

önce içimdeki ölüm korkusunu öldüreyim sonra yaşamaya devam ederim

 Son zamanlarda Sylvia Plath okuyorum. İlginç bir şekilde ilgilimi çekti hayatı ve intiharı. Sonra Nilgün Marmara çıktı karşıma. Daha sonra da intihar eden diğer bütün yazarlar. ( kendimi öldürme gibi bir düşüncem yok belirteyim ki ruhsal çöküntüde olduğum sanılmasın ) Bir insan özellikle bir edebiyatçı neden kendi varlığına son vermek ister ve bunu nasıl tüm özgür iradesiyle gerçekleştirebilme başarısına ulaşır ? Ben neden bunu bu kadar anlamak istiyorum ?
 Bir dergi var günlerdir almak için uğraşıyorum. Derginin bu sayısının konusu edebiyatta intihar. Sonunda bir kitapçıda buldum, aldım. Kitapların arasında dolanırken orada çalışan bir adam yanıma geldi. Bana durduk yere kendimi özgür bırakmam gerektiğini söyledi. Zihnimi her türlü ön yargıdan arındırmalıymışım. Önce varlığın ne demek olduğunu kavrayıp kendi var olma amacımı bulmalıymışım. Korkularımı bir kenara bırakıp yapmam gerekeni değil yapmak istediklerimi yapmalıymışım. ( ne diyo bu adam dedim içimden, bir de bunları neden bana söylüyor? ) Neyse sonra bana adını daha önce hiç duymadığım bir yazardan bahsetti. Kitaplarından birini alıp elime tutuşturdu. Böylece ilk kez hakkında hiçbir fikrim olmadığı bir kitabı aldım. Ertesi  gün okumaya başladım. Kitap, varoluşçu felsefe düşüncesinden, psikoterapi teknikleri, ruhsal bozukluk nedenleri ve çözümlemelerinden, kendimiz ve diğer her şeyin varlığını keşfetmekten bahsediyor. Kitabı okurken aklıma birden bu yazdıklarım geldi ; kitabın 52. sayfasında, saat 02.56 da, Sylvia Plath yazısını gördükten hemen sonra. Yalnızlık endişemin, varlığımı anlama merakımın, özgürleşme ve mutlu olma çabamın, içinde barındırdığı kendini yok etme tehdidiyle burun buruna geldim. Aklım bir karış açık kaldı. İçimden bir ses 'hiç yoktan var olmadın sen ' diye bağırdı. Aynı sayfada şu iki cümlenin altını çiziverdim : "Ancak kendi canlarını alarak varoluşlarını ifa edebilen kişiler var mıdır ? Varoluşun sadece candan feragat ederek var olduğu yerdeki varoluş, trajik bir varoluştur. "
 Belki tesadüf diye bir şey var. Bilmiyorum. Ama ben buna inanmıyorum.

20 Kasım 2012

her şey bazen olsun bazen olmasın

Bazen işte böyle oluyorum, neden böyle yaptığımı bilmez halde. Yanaklarım yanıyo, avuçlarım terliyo. Sus pus kalıyorum. Sonra aklım yavaş yavaş yerine geliyo. Unutmaya başladığımı hissediyorum. Yanaklarım ve pişmanlığım soğuyo. Geçti oluyo, eski halime dönüyorum. 'Bir daha olmaz' beni sakinleştiriyo. Biliyorum şu an asla gelecekteki kadar mutlu olamayacağım. Çünkü gelecekte her şey daha güzel olacak. Aslında başka şeylerden bahsetcektim ben ama işte bazen böyle oluyo. Ayrıca şunu biliyorum insanın sevdiğinin yeri sevdiğinin yanıdır.( buradaki insanla sevdiği aynı kişi değil ama) O mesajları 10 kişiye göndermediğinden oluyomuş bunlar. Ben hiç göndermedim.

17 Ekim 2012

EDERLEZİ



bir gece,onlar baharın gelişini kutlarken biz 
hardal renginin gölgesinde sevişiyoruz
kaderimizi, son bulduğu yerden başlıyoruz içmeye
ruhunun derinliklerine dalıyorum
kulaklarımı sağır eden bir sarhoşlukta kayboluyorum
dokunuşunla canlanan tenime hayretle gülümsüyoruz
ellerinin değdiği yerleri kutsuyorum bir bir
bütün hazlarımı vücuduna teslim ediyorum ve
söz veriyorum geri istemeyeceğime
saçlarımın arasından yüzüne akan iki damla terle fark ediyorum bağışlandığımı
dudaklarından fışkıran kokun çıplaklığıma siniyor 
kimsesizliğimi aşka terk ediyorum 
onlar meşalelerini söndürürken biz 
uzun bir yolculuktan susamış dönüyoruz
sonra oluyor
gökyüzünü örten göz kapaklarına içerliyorum
biraz daha baksın istiyorum maviliğin yüzüme
yitip giden bütün acıları omzuna dayadığım gözlerimden akıtıyorum, sessizce 
ve bir kez daha emin oluyorum 
dönüp dolaşıp yine seni seveceğime.



05 Ekim 2012

Beynim felçliydi bir süredir. Varlık ve yokluk arasında karar vermeye çalışıyorum. Acılarıma yenisi eklendi. Gözyaşlarımın kurumasını bekledim. Anladım ki geçmeyecek, yazayım dedim. İyileşirim umudundayım.

18 Eylül 2012

hiç bu kadar güzel olmamıştı

Hayatımın en özel tatilini geçirdim geldim. Yapacak çok şey olunca yazacak bir şeyim olmadı. Amaç edinmek, edinirken keyiflenmek, keyiflendikçe gaza gelmek ve plan kurmadan önce hayal etmek harika. Hayal ettim ve oldu. 9 gün boyunca olduğum yerden başka olmak istediğim yer yoktu. Her şey yaşama devam etmemi özendirecek kadar olağanüstüydü. Zaman nasıl bu kadar çabuk geçti Allam ve ben şimdi hayallerimin gerçekleştiği şehirden nasıl bu kadar uzağım. 'Her güzel şey çabuk geçer'den daha çabuk geçti ve her güzel şeyin en güzeliydi. Meğer gerçek ordaymış, hayat da buymuş. Düşledim, hissettim, tattım, güldüm, huzur doldum,.... Üstelik doğum günümü de orda kutladım. Keşke gerçekten zamanı durdurabilen bir peri olsaydım. İçimde sahipli bir mutluluk var ve kime minnettar olduğumu biliyorum.
kıskandım, ben de yaptım

çiçekleri gezdi, durdum onu seyrettim

en güzeli geceydi

güneşi batırmadan gitmedim


          işte bu tuhaf ağaç gibi yüzlerce dala ayrıldım, dallarımdan kökler çıktı, hepsini topladım geldim.

04 Eylül 2012

Deli olduğunu kabullenmek akıllı olduğunu kabullenmekten daha akıllıca. Aklın peşine düşmek, yalnızca bir akıllının cesaret edebileceği ölçüde bir deliliktir. Evet, öyle olmalı.

19 Ağustos 2012

09.08.2012

Ruhumu güneşe teslim ettim. Ateş sıcak değilmiş hava kadar. Hayattan aldığım zevki elimden alıyor sıcak ve bütün vücudumdan. Peşinden gidemiyorum bile. Allahtan yeşil var ve mavi. Oruç yok ama Allah hala var. Herkes günahkar çünkü günah yaşayabilmek için gerekli. Her an çıplaklık ve alkol. Gözünün değdiği her yer aşk, ter ve kokuşmuş arzular. Cehennemin provasındayız. Bu şehir komple yanıcaz, cehennemin ilk katında; dibinde. Rüyamda saçlarımı sıfıra vurdurdum, bir elimi ve bir ayağımı kestim ki daha az maruz kalayım sıcağa. Bitkisel hayatın 2 adım gerisindeyim. Dokunmak işkence gibi, herhangi bir şeye; insana, yere, yatağa, kendine... Vazgeçilemeyecek hiçbir şey yok. Tek umursanılan biraz serinlik. Uğruna yemek yemem, konuşmam, kıpırdamam. Koynuna girmek istediğim tek varlık vantiratör. Yağmur cenneti müjdeler gibi kıymetli burda. Bir yağsa yemin ederim bu yazdıklarımın hepsini yalanlarım.
Acılar da dönüştürülmeli; güçsüz ve kolay kurtulabileceğimiz zayıf duygulara..

18 Temmuz 2012

hayat

Geçenlerde kendime rastladım. Acıklı bir karşılaşmaydı. Ayaküstü konuşmak istedi. Günlerdir seni bekliyorum, dedim, ulu orta konuşmam. Bilsen nasıl başkalarıydım yokluğunda. 'Hayat böyle işte' dedi bana. 'Hayat böyle işte' üzerime yan gelmiş yatıyor. Ve tenime yapışık ve ıslak ve çürümüş patates kokuyor. Kırk tas su döküyorum kafamdan aşağı. Kırk tas kaynar su. Kırklansam da sıyıramıyorum yakamı. Önce ayaklarımdan başlıyor kendini hissettirmeye. Midemde kötü bir şey olacak hissi. Kalbim ve beynim arasında salınıyor beni delirtmek niyetiyle. Saç diplerimden asılıyor. Bildiklerimi unutturuyor. Aklımla karışıp çamurlanıyor içimde, gözyaşı deliklerimi tıkıyor. Beni sindirmezsen gitmem diyor. Lanet olası! Kaç gecedir bir uyusam diyorum, bir uyusam kaç gecedir.
" İnsanları sürprizlerle delirttiği gibi yine sürprizlerle öldüren hayat " demiş yazar. Aklım deliklerle dolu. Bana en büyük sürpriz kendimim.

16 Temmuz 2012

keşke

"Şimdi senin yaşında olsaydım" derdi babaannem, "daha çok sarhoş olur, daha çok sevişirdim. Evime daha az eşya alır, dostlarıma daha fazla yer açardım. Daha sık mini etek giyer, daha yüksek sesle gülerdim. Bol bol elma şekeri yer, her yere yürüyerek giderdim. Salıncağa binme yaşımın geçtiğine aldırmaz, popomun sığdığı her oyuncağa binerdim. Her fırsatta dans eder, saçlarımın rengini ayda bir değiştirirdim..."
Bir babaannem olsaydı eğer,  dün gece eminim bana bunları söylerdi.

13 Temmuz 2012

İçimin boşluğundan içeri girdim. İçimin içinde bir sürü çöp varmış. Komşudan çöp öğütücü istedim vermedi. Kendi çöpümü kendim öğütürüm dedim, kapısını suratına çarptım. Evet öfkemi kontrol edebilecek kadar eremedim henüz. Bileklerimdeki ısırıklar da ondan oldu. Bütün çöpleri topladım, komşunun bahçesine gömdüm. Eve döndüm, kendime bir çay demledim, içtim. İçimi temiz şeylerle doldurmalıyım dedim. O zaman hiç çöpüm çıkmaz ben de boş zamanımda komşuma kek yapar götürürüm. Yalnızlığıma acıyorum.

22 Haziran 2012

kırmızı kuyruklu mavi bir beta'yım

Bir hayal vardı utangaç, ben kurdum. Açık denizlerde çırılçıplak yüzdüm. Balinalar kulağıma şarkılar fısıldadı."Barışçıl bir balığım" dedim, "düşüncelerimi yıkamaya geldim." Öyleyse anlatmalıydım. Açıldıkça anlattım. Anlattıkça açıldım. Duygularım şaha kalktı, ağladım, arındım. Yoruldum tabi ve özledim. Döndüm bende. Şimdi kendi akvaryumumda aklım ve dilim kamaşmış güneşin tadını çıkarıyorum. Hepsi bu.

12 Haziran 2012

seçmek zorunda kaldıklarım var

Bazen seçim yapamayacak olmak çok daha iyi. Bırakıp kaçamayacak olmak. Sahneye ilk çıktığım dakika seçme şansım olsaydı geri dönerdim. Heyecanıma ve korkuma teslim olur geri dönerdim. Ve hayatımın şimdiye kadar ki en eğlenceli deneyimini hiç yaşayamamış olurdum, çünkü kovulurdum. Arabayla, yalnız başıma ilk çıkışımda yolun ilk beş dakikasında trafiğin ortasında durup, arabayı orada bırakıp kaçmak istemiştim ama seçme şansım yoktu eğer arabadan inip kaçsaydım belki de bir daha araba kullanacak cesareti kendimde bulamayacaktım. Tek başımaydım ve devam etmem gerekirdi. Ya hafta sonu erken kalkmayı reddedip sınava giremeseydim, o zaman bunu anneme nasıl açıklardım, Allahım! Aşk da seçme şansının olmadığı bir zamanda geliyor olsa gerek. Aksi aşk olmasa gerek. Yoksa hiç beklemediğin bir anda birinin çekim alanına girmek başka nasıl açıklanırdı. Bazen özgür irademin sessiz kalmasını seviyorum. Bu durumun harika bir tarafı da seçemediğin diğer seçenek için hiç pişman olmuyorsun. Çünkü o her zaman senin, korkularının, endişelerinin, güvensizliğinin tarafı oluyor, ve aslında bu seçim olmaktan çok çaresizliği kabullenip kaçmaya benziyor. Hayat karşıma korkaklığıma sığınamayacağım mecburiyetler çıkardığı için şanslıyım. Zorunda olmak sanıldığı kadar kötü değilmiş değil mi? Ya seçme şansım olsaydı.

06 Haziran 2012

Üç Heceli Bi' Sarhoş Grameridir Perihan

"Hani; her gün sabahına uyananların dışında kimsenin *ikine sallamadığı kasabalar vardır, girişinde koca tabelalarla "kasabamıza hoş geldiniz" yazan... Sen saatte 100 km hızla A şehrinden B şehrine giden bi' araçla içinden geçerken; bir dakika bile dolmadan hem hoş gelmiş hem de hoş gitmiş olursun. Çünkü 1 km önce sana "hoş geldin" deme ihtiyacı duyan dangalak, çıkışa da "hoşçakalın" yazdırmıştır sırıtarak.İşte bizim hayat diye kodladığımız zavallılık da böyle bi' şeydir Perihan. Sen "tamam bu sefer buldum" dediğin anda, o çoktan çıkıp gitmiş olur arka kapıdan.Ha, unutmadan;Tabakla ağzım arasındaki yolda bir gıdım tarator daima gökyüzüne damlıyor, o yüzden gökyüzünde çürümüş yoğurt lekeleri var Perihan, o yüzden gökyüzünde kolumun çarpıp devirdiği kadehlerden kalma ağır bi' anason kokusu. Ve bu kokuşmuş göğün altında; '...tombul bir dulun bira kokulu ağzı ensemde soluklanırken; yaban kedisi kürkünün içinde; soluk yüzü, siyah saçı ve uzunca burnu ile bir Kürk Mantolu Madonnayla hiç göz göze gelemeyeceğim ben...' İşte sırf bu yüzden sen keman çalmayı bilmiyorsun, hiçbir yağmur da ıslatamıyor o biçimini bilmediğim saçlarını ve ben de arındıkça kirletmek istiyorum bu cinayet mahalinden hallice dünyayı...Bir de Perihan; ölmek iki ihtimalin orta yerinde bilinçsizce kalakalmaktır belki de, belki de bir düşevren, istek ve olmayışlıkla kurulu bir eşitsizlikte... Halının üstünde bir parça alüminyum folyo ve iğnesi çoktan pas tutmuş bir şırınga gözüne iliştiğinde;Bingo! Hayat denen ibne karşındadır artık, hem de o kıllı, kocaman götüyle.O an, "nihayet bitti" dersin Perihan.Ve/fakat"nihayet bitti" dediğin anda aniden kendini yenileyen bu hüsran,tutup kaldırırmış gibi yerden hiçliğini, bi' zırıltı ya da hiç gidilmemiş bir yerin kadraja güzel sığmış resimleri gibi koca bi' talan başlatır belleğinde.(ve) Üşümüş ellerini alıp titreyen ellerinin içine, yeni bir gidişe hazırlar seni, o "nihayet bitti" denilecek anlar hiç tükenmesin diye...
İşte böyle Perihan, herkesin Mariası kendine Pudermiş anladım. Ve tamam itiraf ediyorum; ben ne zaman rakının bokunu çıkarsam önüme gelene Perihan diye sarılıyorum, ama Allah belâmı versin ki Perihan kimdir, necidir inan hiç bilmiyorum. Bir de ben nasıl böyle eşiğe sıçıp kaçan kediden bile bi' hüzün çıkaracak manyak oldum, bir türlü anlamıyorum.Son olarak; Pavase iyi demiş Perihan;sırf *iktiri çekip gidebilmenin tadına varmak için de olsa "herkesin bir evi olmalıdır" ve güneş göğün sahnesinden çekilip gidince her gece, yağmur yağmalıdır şehirlere; sırf herkes boşaltıp sokakları evinde geberebilsin diye,yağmur yağmalıdır bizim gibi çulsuzların üzerine..."


not: kim yazmış bilmiyorum. Bir de neden bilmiyorum ama bilmeyi çok istiyorum.Her yerde paylaşmaya doyamıyorum,okumaya da.

05 Haziran 2012

çamlak çömlek patladı

1,2,3,4,5,......30 önüm arkam sağım solum sobe saklanmayan ebe! 
Elma dersem çık armut dersem çıkma! ELMAAA... dediler ben de hepsini sobeledim.
Sonradan gördüğüm ikinci yüzlerini sobeledim. Bana kalmayan sevgilerini başkalarına verirlerken gördüm sobeledim. Yemek yerken ağzını şapırdatanı da öpüşürken gözlerini açanı da sobeledim. Seçme özgürlüğümü elimden alanlarla, etrafımı yasaklarla çevrelemeye çalışanları fısıldaşırken gördüm sobeledim. Ben yaptıkça bozanlarla hevesimi kıranları bir saydım sobeledim. Beş yaşındaki çocuğun eline kalem verenleri de sobeledim dizi'me, dinime, giydiğim elbiseye, yazdığım kitaba, doğmamış çocuğuma karışanları da. Allahtan annem seslendi de eve gidiyorum.
bi dahakine ebe ben değilim !

03 Haziran 2012

ben bilmem BEYİN bilir !

Sevgi sanılanın aksine kalpte değil beyinde oluşurmuş. Beynimizin isteğiyle salgılanan kimyasallar kalbimizin etrafında hissedildiği için sevgimizi kalbimizde sanıyormuşuz. Bu bence güzel bir haber. Hepimiz sevgiyi beynimize öğretirsek birbirimize ulaştırmamız daha kolay olur. Çünkü benim beynim sana ve seninki de diğerine dokunur. Ne harika değil mi! Bireyselliklerimiz evrensel sonuçlar doğuruyor. Beynimiz bizi yönlendirirken sahip olduğumuz enerji bütün insanları etkiliyor. Hepimiz birbirimize görünmez bağlarla bağlıyız. Ve paylaştığımız yüzlerce ortak duygu var. Ağladığınızı gördüğümde benim burnumun direğinin sızlaması ve sizin de ben gülerken gülümsemeniz işte bu sahip olduğumuz aynı duygular sayesinde. Ayrıca evrende her şeyin bir enerjisi var ve her enerji birbiriyle iletişim içinde. 'Pauli'nin Dışlama İlkesi' de tek bir elektronun başka bir enerji seviyesine sıçraması sonucu diğer bütün elektronların bundan etkilenip yer değiştirdiğini ispatlamış. Yani mesela siz orda kaygı içinde oturup yapmak istediğiniz şey için harekete geçmezken ben burda çaresizlikten ağlamaklı oluyorum. Evet pek adil gibi görünmese de bu böyle. Lütfen kalkın ve geleceğinize gülümseyin sonra bir kediye su verin de benim içim serinlesin :)

25 Mayıs 2012


Bahar gelmiş, canım doğayı özlemiş, Ankara'da deniz olmayınca bulduğum göl kenarına atıvermişim kendimi :)




Ördekleri izlemişim bol bol. ( bi de burda göründüğüm gibi şişman da değilmişim )




20 Mayıs 2012

laf olsun beri gelsin laf olsun geri gelsin


-Bir hafta içinde üç kez düştüm. Birinde ayaklarımı havada gördüm, güldüm. Diğerini çaktırmadım ama sonuncusu dizlerimi çürüttü.
-Öğle yemeğim boğazıma takılmak istedi öleceğimden korktum da bir saat ağladım.
-Bu aralar her sabah arabesk müzik dinlemeye mahkum ediliyorum. İçimden dayanma gücümü sınadım gerçekten çok sabırlıymışım. Dilimde emrahın şarkıları aklımı çürütüyorum. Sokak düğünlerinin sezonu da açıldı.
-Rüyamda nasıl mantıksız şeylere aldanıyorum bilseniz. Mesela tuvalet musluğunu açıp suyun karşısına oturup şelale izliyormuş gibi büyüleniyorum. Bana çocukluğumu hatırlatıyor, duygulanıyorum.
bir de geçen gece şiir yazdım:
 çok aşığım
 otursam da aşığım
 kalksam da aşığım
 onun olsam da aşığım
 benim olmasa da aşığım
 ders çalışmaya vakit bulamasam da
 aşığım
 günahkar aşığım
 aptal aşığım
 beşinci bardak çayımda aşığım
 pencere kenarında aşığım
 sabah altı buçukta kalkacak olsam da aşığım
 sıramın gelmesini beklerken aşığım
 özlesem de aşığım
 gurursuzsam da aşığım
 gitme, aşığım
 gülme aşığım
 katıksız aşığım

   Kendime sakladığım zamanlarımın vazgeçilmez sesi. Dinlerken bilincim başka bir boyuta geçiyor ve kontrolsüzce sağa sola savruluyor. Öyle herkese nasip olmayan bir huzurda boğuluyorum.
Üç çocuğum var benim. Birini otobüste buldum. Diğeri köyde küvez olmadığı için içime yerleştirdikleri prematüre bir kız. Üçüncüsü yeni taşındığımız eve kanepenin içinde geldi. Hepsinin yaşları ve babaları aynı. Her gün birini en çok seviyorum. Doktor 3 aylık ömrüm kaldığını söyledi. Çocuklarımla beraber babalarını aramaya gidiyoruz. Bakmayın öyle ben gecenin yalancısıyım.

10 Mayıs 2012

sanat

    Beyaz adam mavi adamı dövmüş
    Mavi adam ağlamış
    Unutmasın diye kinini
    Parmağına ip bağlamış

Sanat sanat için, sanat toplum için. Ne önemi var. Bütün tartışmaları reddedecek kadar bireysel ve özgür nasıl olsa. Sanat, insanın kendi yarattığı dünyasının başka gözlere yansıması. Sanat, hayranlık uyandırıcı ve dinginleştirici. Sanat, ruha dokunan görünmez el. Sanat, sanatçının aklı, kalbi, elleri, sesi..  Sanat dünyanın çehresini güzelleştiriyor. Benim çehremi de Salvador Dali büyüledi. Ankara'da sergisi var. 20 mayısa kadar devam ediyor. Eğer giderseniz sizde benim gibi deliliğin ve dahiliğin aynı akıldan çıkışına şaşıracaksınız. Yanında da M.C. Escher sergisi var. O da ayrı bir muhteşem. Aklımı pörtletti, gözlerim yuvalarını inkar etti.
Bu aralar sürprizlerle dolup taşıyorum. Sürpriz hediyelerle mutluluğum perçinleniyor. Bense etrafımdaki insanların her birinden bir parça yaşam çalıyorum. Çok eğlenceli. Geçenlerde gittiğim kafenin tuvaletinin kapısında şunlar yazıyordu : "toplum farklı olanı dışladığını sanarken aslında farklı olan toplumu dışlamıştır." Aynılıklarla dolu bir hayatın ne kadar yavan olduğunu düşünüp farklılıklarıma gülümsedim. Farklılıklarda beni cezbeden bir şey var. Kendimi onaylayan, sanat gibi, aidiyet duygumu paylaşan bir şey. Bir de, bir kaç gün var içime henüz oluşumunu tamamlamamış bir huzur çöreklendi. Hayırlara çıksın.

M.C.ESCHER


S.DALİ

25 Nisan 2012

beni bu havalar mahvetti

Mahvolmuş iyimserliğimle çığırından çıkmış öfkem bir olmuş üzerime geliyor. Kendime dayanma eşiğim günden güne azalıyor. Ben, gün boyu düşündüklerimden değil yaptıklarımdan ibaretim. Düşüncelerim duygularımı, duygularım davranışlarımı yaratıyorsa, davranışlarımdan bir türlü iyileşmeyen düşüncelerim sorumludur diyorum. Boşluklarımın içinde salınıp duruyorum. Kapı eşiğinde bekleyen çocukluğuma yüz vermiyorum. Kendime olabildiğince tarafsız bakmaya çalışsam da yaptıklarımı haklı çıkarabilecek nedenleri arayışım hiç bitmiyor. En kötüsü de sanırım artık bir nedenim kalmadı. Omuz silkip sadece 'işte' diyebiliyorum. 'Neden böylesin' - İşte! Ne kadar inandırıcı olabilirse o kadar işte. Savunmam arsızlığım; yüreğimin arsızlığı.
Sorarsanız anlatıcam. Son nefesini veren bir günahkar gibi dökücem içimi, biliyorum. Ama şimdi çok yalnızım.

22 Nisan 2012

Arabası çamura saplanmış da ondan olmuş. Yoksa bi çay içip gideceklermiş. 27 yıldır evleneceği güne sakladığı bakirliği, ıssız bir tarlada, akşamın bir vakti, çamura saplanmış arabasının arkasında, sarışın bir kızla son bulmuş. Allahtan seviyormuş kızı. Ama nasıl olur da yıllarca beklediği çocukluk aşkının elini bile bir kere tutmuşken, iki günlük bir heyecan bu kadar yerle bir etmiş değerlerini. Sevdiği kız da sırf ona inat beklemediği bir zamanda başkasıyla evlenmemiş mi. On yıllık aşklarını bir inat uğruna hiçe saymamış mı. Mutsuz da olsa, geri dönmek istese de artık çok geç değilmiymiş. O, on yıllık aşka ihanet etmiş ama kendisinin ki başkaymış işte. Yok, o değilmiş de düşündüğü, hiç böyle hayal etmemiş ilk birlikteliğini. En azından bir yatak olsaymış. 5 dakika içinde olup bitmeseymiş de sabaha kadar sindirebilseymiş içine; yeni kavuştuğu erkekliğini. Bütün teni dokunsaymış bari ilk sahibine. Doya doya vicdanını rahatlatacak sözler duysaymış kızdan. Çünkü kız şaşılacak kadar keyifliymiş. Çok şefkatliymiş elleri, nasılsa şefkat beklediği ilk erkeğini unutalı çok olmuş kızın, şimdi yanındaki erkeği sakinleştirme görevini seve seve üstlenebilirmiş. Ama zaman en aceleci haline bürünmüş o akşam. Pişmanlığının, yerini alışılmış erkeklik gururuna bırakacak bir kaç saatleri daha olsaymış, o zaman belki ilk söylediği cümle 'yapmasamıydık keşke' olmazmış. Nasıl söylemiş öyle bir şey. Bu kadar mı kız'mış düşünceleri. Her erkek böyle mi hissedermiş acaba. 27 yaşındaysa evet böyle hissetmesi çok yüksek olasılıkmış. Keşke reşit olduğu gün sevincini sadece bir şişe birayla kutlamakla kalmasaymış. Her şey bir yana  günahkarmış artık. Tanrı affetmiycekmiş. Ortam müsait değilmiş affedilmesine. Arabada olmasa belki bağışlanabilirmiş. Ama neymiş bu hakimiyetsizlik, bu aptalca teslimiyet. Bu kadar hoşuna gitmeseymiş, belki yine affedilebilirmiş. Çok güzelmiş ama napsın. İnsan aklının, yıllarca sahip olduğunu sandığı bütün erdemleri unutacak kadar delirdiği an, bir tek bu an değilmiymiş. Tüm insanları bir yapan, en bilgesini ve cahilini, dinsizini ve azizini, babasını ve annesini aynı insan yapan, dünyanın varoluşuyla var olmuş tek doyumsuz haz, şimdi utandıracak bir tek kendisini mi bulmuş. Herkes o an yaratılış amacının hakkını vermenin zevkiyle bağırıp hayvanlaşmaz mıymış zaten. Hayvani dürtülerine karşı gelen tek bir insan varmıymış dünyada. Olamazmış, çünkü  insanlar da tıpkı hayvanlar gibi nesillerini devam ettirmeye kodlanmışlar. Tanrı, sadece düşünebilen hayvan için, itiraz edip de ürememezlik yapmasın diye dünyanın en güzel ve vazgeçilmez tadını da o ana bahşetmiş. Hem kadere de inanırmış. Kadermiş başına gelen her zamansız şey. Yıllarca buna inandırılmış, şimdi mi sorgulayacakmış sanki. Dünyada bir erkek bir doğuma daha hazır hale gelmiş, hepsi bu. Birden kızın söylediği söz gelmiş aklına, " Geçecek merak etme. Hem düşünsene, hayatının en anlamlı sandığın anı, bu kadar sıradan geldi işte, asla unutmazsın, beni de." Gülümsemiş. Aklı karışıp duruyormuş. Yine de araba çamura saplanmasaymış keşke. Ama çok güzelmiş işte napsın.

17 Nisan 2012

Ve can eriği çıktı. İki gündür kendimi kaybettim. Eriğe doyup çağlaya geçiyorum. Çağlayı bitirip eriğe dadanıyorum. Çekirdekleriyle yiyorum. İsraf kötüdür derdi babaannem eğer yaşadığını görebilseydim. Harika mıhlama yaparmış, öyle diyorlar. Hafta sonu kedi ellerimi görülmeyesi hale soktu. Bi bakan bir daha bakmıyor. Üzülüyorum. Geçen 5. kattan aşağıya düşmüş. Yüce Rabbim onu bana bağışlamış.
Ah bir gidebilsem. Arkama bakmadan uzaklaşabilsem. Görülmeye değer şeyler kalmadı burda. Yıkıcı günler baharın arkasına saklanmış sinsice yaklaşıyor, hissediyorum. Obsesifliğimin artmasından hissediyorum. Dişlerimi 3 kere fırçalamadan uyuyamıyorum. Kapının kilidini 2 kere sağa 1 kere sola sonra yine 2 kere sağa çevirmeden apartmandan çıkmıyorum. Bi de sokakta gördüğüm herkesin boynuna sarılmak geliyor içimden. Ne zaman bu kadar insan sevgisi besledim içimde bilmiyorum. Geri veriyim istiyorum sevgilerini tek tek. Boyunlarına sarıldığım sırada. Kulaklarına 'seni seviyorum, işte, al, bu da senin sevgin' diye fısıldayıp gideyim. Çok uzaklara gideyim. Ama biliyorum daha köşeyi dönmeden aklıma gelirsin. Kahrolası ne kadar pişmanlık varsa başıma üşüşür. Bir adım daha atamadan yokluğun üzerime çullanır. Ağırlaşırım. Anlarım ki geride bıraktığım yollar senindir. Her kararlı adımımda aslında aldanmışlığıma yürüyorumdur. Seni görmeden yaşayabileceğimi sandığım aldanmışlığıma. Gidememek beni nasıl esir ederse, kalmakla da ruhum o kadar şad olur. Biliyorum işte, aynen böyle olur.

16 Nisan 2012

Charlie Chaplin



Kendimi ne zaman mutsuz hissetsem O'nu seyrederim. Her seferinde filmlerine, bestelerine, fikirlerine, sinema yeteneğine ve gülüşüne hayran olurum. Benim dünyamın sihirbazıdır O. Ne kadar sevsem az. İyi ki doğdun Charlie Chaplin.

12 Nisan 2012

Nefesimi tuttuğum gibi dudaklarına bıraktım. Gizlice ibadet eder gibi. Aşkın muradına erdim.
Daha gayrı aşk istemem. Bağışlanamayacak günahlar işliyorum. Gerçeği aramayı bıraktım.
Olanı öylece içime sindirebiliyorum. Nasıl içten gülüyorum bilseniz. Bütün hasretlerimi
uykumda gideriyorum, sabaha huzurla uyanıyorum. Tek başımalığımın tadını çıkarıyorum.
Her şeyi yapabilecek gücün tohumlarını ektim içime. Hep birlikte sulayacaksınız. Gücüm
içimde büyürken her günüm bayram gibi geçecek. Çocuklar bana gülümsediği sürece
ağlamıycam. Yanlış anlamayasınız diye bir süre daha sırlarım bende kalacak. Kendime
en yakın ben olduğum sürece. Aşırı yorgunum bugün. Aşırı yorucu işlerin altından kalktım,
geldim eve. Vallahi billahi hep nazar. Ben buyum işte.

07 Nisan 2012

Aşk olsun dediler, lütfen olsun dedim. Rüyam hayırlıymış. Gittiğin söylendi. İnandım.
İçim kalktı içim boşaldı. Zaman doldu zaman boşaldı. Çocuklarımız oldu ayrı ayrı.
Büyüdüler, biz öldük. Ne gelirdi ki elden, benim ağzımdaki tek şey annemin memeleriyken
senin ağzın kim bilir neler söylüyordu. Benim duvarlarım solculuk posterleriyle doluyorken
senin yatağının ve göğsünün sol tarafı çoktan dolmuştu. Ama olsundu, aşk olsundu sadece.
Allah isteyen herkese versindi. Zaman kafamdaydı nasıl olsa. Yedi yaşıma geri döndüm bende,
yedi yaşındaki ellerini tuttum. Bugünkü kadar güzel görünüyordu. Aynı gün okumayı söktük.
Dualarımda cimri değildim daha. Saçlarım da sarı değildi henüz ve bir yudum sevişmeyle sarhoş
oluyordu aklım. Aşk oluyordu yine. Zaman aşk doluyordu ayrı ayrı. Bütün yaşlarıma adını koydum,
adın şimdi koskoca bir kız oldu. Ve artık sevişme vaktiydi. Bundan sonraki bütün gece vakitleri gibi.

02 Nisan 2012

Gözlerimi açmadan bir saniye önce uyanıyorum. O sürede gözlerim kapalı, nerde ve hangi zamanda olduğumu düşünüyorum. Sabah erken kalkmak için kurduğum alarmdan önce mi uyandım, gecenin herhangi bir körü tuvaletim mi geldi, gün ortasında bir saatte kestirdiğim koltuğun üzerinde miyim yoksa yatağımda mı? Nerdeyim? O bir saniyede aklımdan bunları geçiriyorum da gözlerimi açmayı akıl edemiyorum. Sonra kalbimin hızlandığını farkedip sıçrıyorum. Etrafa bakıp nerde olduğumu algılayınca rahatlıyorum. Düşüncelerim nasıl zamanın en kısa anını alt eder de eylemlerim bu kadar yavaşlatır? Bütün bunları uyandığım ilk saniyede düşünürken anlatmam nasıl dakikalarımı alır? Zamanın neresindeyim, zaman benim neremde? Aklımda mı dilimde mi? Zamanın yanıltıcılığı aklımın sınırları kadar olmalı. Bir süreliğine düşüncelerimle birlikte zamana da narkoz verebilsem.
 Kucağımdaki  kitabın yazarını düşünüyorum sıklıkla. İnsanoğlu kalemi eline aldığından beri böyle küstahlık görülmedi. Böyle fütursuzca düşünülüp böyle kusursuz yazılmadı. Roman tanrısı, özseverliğin öncüsü. Cümleleri itinayla değil bir çırpıda yazılmış gibi, sinirimi bozan da bu işte. Her seferinde aynaya bakıp saatlerce kahkaha atmış olmalı. Okumaktan muzdarip değilim de kayırdığım satırların altını çizmek beni yoruyor. Bir de, çizdiğim satırları tekrar okuyunca ne kadar da yalnız olmadığıma üzülüyorum. Dahasına gücüm yok. Ben Pan' in Labirentin'e oynamaya gidiyorum.

29 Mart 2012

Anlattığınız şeyleri tekrar anlatıyorsunuz, başkasına anlattığınızı sandığınız için mi yoksa anlamadığımı düşündüğünüz için mi bilemiyorum. Daha önce anlattıklarımı ilk kez duyuyormuş gibi dinliyorsunuz, anlamamış olduğunuz için mi yoksa başkasına anlattığımı sandığınız bu yüzden hevesimi kırmak istemediğiniz için mi yine bilemiyorum.

28 Mart 2012

Aslında olay bildiğin gibi değil. Bilmediğin gibi de değil. Ne yaptığımın çok farkındayım, bilerek yapmadım inan. Aslında ben bugün gördüğün kız değilim. Evet bugün beni gördün. Biliyorum kendimi aklayamıycam, savunucam izin ver. Söyleyecek bir sözüm yok. Sen masum olduğuma inan yeter. Çünkü ortada bir suç yok. Şimdi üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim. Böyle olsun istemedim ama olsun istedim. Şu anda da hiçbir şey istemiyorum. Pişman değilim çünkü yüzsüzüm. Öyle çok güldüm ki görmeliydin. Hiçbir amacım yoktu dersem sen de gül. Çayım buz gibi oldu. Ellerimde. Farkındasın bugün rüzgar çok soğuktu. Aynı yoldan 4 kere geçtik, yemin ederim. Sabah uyanıcam, ekmeğin üzerine süt kaymağı sürüp yiycem. Sütçü "yeni sağdık abla" diycek, gülümseyecem. Çocukları sevicem. En çok da gözleri şaşı olan oğlanı, sağ parmakları leblebiye benzeyen kızı, yoksulluğu yüzünü yaşlandırmış olanı, parası olmadığı için tiyatro izleyemeyecek olduğunu söyleyen bütün çocukları. Kalbim acıyo. Anne olsaydım daha çok acırdı biliyorum. Ama "bileti olmayanı alma" dedi bana. Bir okulun kantininden anlarsınız çocuklarının yoksunluğunu. Ne alabileceklerse onlar satılır. Bu okulun kantini yok. Ama  çocukları öyle yardımsever, öyle candan ve öyle hiçbir şeye sahipler ki, ölürsünüz. Küçük kız "büyüyünce doktor olucam" dedi. Lütfen ol, çok güzelsin. Çok üşüycem yarın ve görmemiş olmayı diliycem. Salı günü böyle geçti, utanç içindeyim.

21 Mart 2012

Julio Cortazar

Müthiş bir anlatıcı, büyük bir yazar Julio Cortazar. Gecenin bir körü sizi kendine tutsak eder. Kontrol gücünüzü elinizden alıp, sizi cümlelerinin çıkmaz sokaklarında yapayalnız bırakır. Ruhun derinliklerine sızar. Zekasından şüphe edecekken kendi zekanızı alaşağı ettiğini farkedersiniz. Sıradan bir olayı öyle derin ve güzel anlatır ki her seferinde kafamda kocaman bir soru işaretiyle kalakalırım. Öyküleri beni sersemletir. 'bırak romanı, hayat öyküde' dedirtir. Nerden bakmış, hangi kafayla bakmış anlamıyorum. Her öykünün sonunda diriliyorum. Ağzımdaki salyaları bardağa boşaltıp çiçeklerin dibine döküyorum. Öykülerini gözlerimin içine bakıp anlatsa istiyorum, o zaman her şey açığa çıkar sanıyorum. Pablo Neruda çok güzel özetlemiş : " Cortazar'ın hiçbir yapıtını okumamış olmak, ömür boyu şeftali yememiş olmak gibi bir şeydir."
Merak edenler öykülerinin derlenip sunulduğu 'Ayak İzlerinde Adımlar' kitabından başlangıç yapabilir.

20 Mart 2012

Gözlerimi ne kadar kıssam o kadar sinirli görüneceğimi söylediler. Yola bakarsam midem de bulanmazmış hem. Hep acılı taraflarıyla gelmişler bana, ondanmış çabuk vazgeçmeleri. Barbarlıkmış tek bir şeye inanmak. İnançlarını zenginleştir dediler. "Bütün yalanlarını aynaya bakıp söyle ki seçim yapmaya zamanın olsun." Tanrı bana kendi vasıflarından merhameti bahşetmiş. En kutsal yanım buymuş. Geri kalan her şeyim insanmış. Kaç kez uyarmışlar beni de bir türlü söz dinlememişim. Ne kadar yapılmaması gereken şey varsa yapmışım, gidilmemesi gereken yol varsa gitmişim ve sevilmemesi gereken insan varsa sevmişim. Her şeyi hep abartılı yaşıyormuşum. Son bir senedir ne kadar az hayır demişim. Evet demek çoğu zaman acıya davetiye çıkarmakmış. Hayır dersem daha güçlü hissedermişim kendimi. ( oysa ne gönüllü evetlerim vardı daha söylenecek ) Kaplumbağam öldüğünde öyle çok ağlamışım ki "düpedüz zayıflık bu" dediler. Bir insan bir hayvan için bu kadar üzülürmüymüş, üstelik üzülecek onca şey varken. Koynumu açsam kim bilir kaç sevda çıkarmış içinden. Yazıkmış, günahmış. Tırnaklarımı yemeyi bıraktığım günden beri mutluymuşum aslında ama kör olmasaymış keşke gözlerim. Bir anım bir anımı tutmalıymış. Büyü artık dediler. "Bu kadar çok sevme " diye başlamışlardı ki, kaçtım. Daha fazla duymak istemedim. İnsandım işte nede olsa.

19 Mart 2012

istedim, oldu.

Rüyamda , "hiçbir şeyi dert etme" dedi bana Lorenzo. Üstelik yağını da yere düşürmüştü. Kaburgalarıma baskı yapan öfkemi yere attım bende. Arkasından ağlayacak gibi olduysam da ağlamadım. Bugün hava öyle güzeldi ki mangalda soğan yedim. Bahçede oynarken içime melankolik bir karga kaçtı. Panikledim. Sarılmak sakinleştirir dediler. Sokakta ilk gördüğüm kediye yapıştım. Bu arada 'Kedi Mamasının Tadına Bakanlar Derneği' kurucam. Artık saklandığımız yerden çıkma vakti gelmiştir! Bir de çözdüğüm Türkçe paragraf sorularını birleştirip roman yazmayı düşünüyorum. Danonelerin hediyesi oyuncak hamurlar var ya çok kötü. Hemen kuruyup dağılıyor. Küçük, renkli kapaklı kutularda satılanlar güzel. İki gecedir bu cümle dilimde : "bir çaresi bulunur elbet canım, bi uyuyup uyanalım "

17 Mart 2012

kötüyüm ben kötüyüm kötüyüm

Şakaklarım sızladı önce. Sakın gitme diye sustu arkamdan. Zoruma gitti. Ne de olsa daha ileriye gidemezdi. Hava öyle soğuktu ki çırılçıplak kaldım. Yine de şikayet etmedim. Duvara verdim sırtımı, bütün gün sırıtıp durdum hüzünlere. Tolstoy dün gece itiraf etti; hayatın artık kendisi için hiçbir anlam ifade etmediğini. Üzüldüm. Bütün anlamlarımı O'na verdim. Bana sadece mavi gözlüleri kaldı. Beni özlemekle sınamayın. Kendimi en kolay teslim ettiğim duygu bu. Yalanlarım ayyuka çıkar sonra, utanırım. Nolur kendinizi özletmeyin. Yalnızlığım haddini aştı diye bugün ona yemek vermedim. 5 kat daha uzun süre hijyen mi ? hiç bile. Kötüyüm ben. 

11 Mart 2012

Çok düşündüm hiç düşünmemişim. Kalkayım bari kendime kek yapıyım dedim. Mutfağın girişinde kek yapmayı bilmediğimi farkettim. Buzdolabının kapağını açıp beş saniye baktım, kapağı kapattım. Ha evet düşünmekten bahsediyordum. O kadar çok şey düşündüm ki düşüncelerimin sonunda ulaştığım nokta bir hiçti ve şimdi ondan da geriye hiçbir şey kalmadı. Kayra'yı şimdi daha iyi anlayabiliyorum. İnsan nasıl yaşamak için sonsuz çaba gösterebiliyorsa, kendini yok etmek için de o kadar istekli bir çaba gösterebilirdi. Çok düşünmek ya delirtirdi ya da öldürürdü. Düşünmekten gönüllü vazgeçmek gayet anlaşılabilir bir tercihti. Ben bir süre daha düşünmeye karar verdim. Siz de düşünün. Mesela yerlere çiğnenmiş sakız atarken bir kez daha düşünün. Güvercinler yemek zannedip gagalarını yapıştırabilirler. Sonra o sakızdan kurtulamayıp ölebilirler.

10 Mart 2012

KUMRU OLSAM

Can sıkıntısından mütevellit kaç gündür bir şey yazmayım dedim. Yazsam mı ki diye düşünmedim bile. Bazen kendimi harika mutlu  hissettim bazen de kulanılmış bir selpak kadar değersiz. Buda kadar sakin, bu da mı, yok artık! dedirtecek kadar karmaşıktı buralar ;) İki gündür sırtımda bir kaşıntı var yerini bir türlü bulamıyorum. Hepimize olurmuş ara sıra, öyle işte. Bir yalvarışta bulunucam : Allam affet! Hem ben kendimle de dalga geçiyorum. Kimseyi kınadığım yok. Aman diyim. Lütfen..
 Az önce mailde yazdım buraya da yazıcam çünkü bu doğru. Bir şey beni heyecanlandırmıyorsa o şeye karşı çok hevesli olamıyorum.
Geçen taksici bana dışarısı türlü tuzaklarla dolu dedi. Neden söyledi bilmiyorum. Bir de şimdi aklıma geldi babam da bana hep şöyle der ' bir tek hindiler akşam olduğunu bilmez, evlerine gitmezmiş, bir de sen.'  Sonra da gülüşürüz. Dün gece de 'kumrular hep çiftler halinde yaşar, biri ölünce diğer eşi de ölür' dedi. Artık Ankara' da eskisi kadar kumru yok diye üzüldük. Evet, hayvanları sevmeyi babam öğretti bana, çocukluğumda. İlk okuduğum kitap da Ezop'tan Masallardı.
Son olarak, her gün biraz biraz içiyorum zehri. En çok sarılmayı ve maden suyunu seviyorum.

03 Mart 2012

Anlamsızca vakit geçiriyorum. İşe yarar hiçbir şey yaptığım yok. Kimseyi mutlu edebildiğim de yok. Kendimi, kendime karşı suikast teşebbüsünde bulunurken yakaladım, özür diledi. Bu arada kimsenin benden özür dilemesini istemiyorum artık. Her seferinde özür dilenecek bir şey yok demekten sıkıldım. Aynı şarkıyı defalarca dinliyorum. Kaçıncı kahvemi içiyorum bilmiyorum. Evet kabul ediyorum ben bir obsesifim. Sürekli rahatsız edici görüntüler, dürtüler, kuşkular, fikirler beynimin içinde geziniyor. Aynı anlamsız şeyleri yapma isteğimi bastıramıyorum. Kafamın içindeki cümleleri kendime tekrar edip duruyorum.. bla bla bla .. Yapmaktan hoşlandığım her şey bugün gözüme çok sıkıcı geliyor. Havadan değil hayır. Camdan dışarı sarkıp başımı kaldırdığımda gökyüzü çok güzel görünüyor. Kocaman karlar düşüyor her yere. Yarın sınava giricem gerginliğim bundan belki de. Aslında sınavın suçu yok! Suçlu benim! Hiç çalışmadım, hala da çalışmıyorum. Amacın ne diye soruyorum kendime. Her şey için çok geç diye cevap alıyorum. Bir soruya verilebilecek en can sıkıcı cevap bu. Vicdanımı rahatlatacak nedenlerim bugün fazla yalan geliyor. Saatlerce aynı şekilde oturmaktan bacaklarım ağrıyor. Böyle yaparak seni seven herkese ihanet ediyorsun diyorum kendime, üzülüyorum. Beklentileri boşa çıkarıyorum hep. Kimsenin kimseden beklentisi olmasa keşke. O beklediğimiz bütün davranışlar, duygular kendiliğinden gerçekleşse. Kimse karşılık görememekten ötürü hayal kırıklığı yaşamasa. Özellikle kendimizden hiçbir şey beklemesek. ( Kül tablasındaki sönmeyen sigaralara da ayrı bir sinir oluyorum bu arada.) Bir de 'ama' yla başlayan cümlelerden de nefret ediyorum. Ama diyeceksen bir önceki cümleyi niye söyledin diye sorasım geliyor. Mesela biri size "seni çok seviyorum ama fazla doyumsuzsun." dediğinde bu cümlenin anlatmak istediği tek şey "sen doyumsuzun tekisin." dir. Seni çok seviyorum diye başlamasının nedeni gerçek düşüncesinin sende yaratacağı etkiyi biraz olsun hafifletmek o kadar. Biri size kurduğu cümlelerin aralarına ama ları yerleştiriyorsa o kişiden şüphe edin derim. Bu bunaltıcı halimin akşama kadar geçeceğini umut ediyorum o yüzden şimdilik bana ilişmeyin dokunsanız ağlarım maazallah.

01 Mart 2012

Eski bir gecenin sokağında yürüyorduk. Yalancıktan bir İstanbul sokağında. Yürüdüğümüz yol kadar arkadaştık. Öyle çok yürümüştük ki kelimelerin artık hiçbir şey söylemediğini anladık. Ayak seslerimizden beste yaptık. Devam etmemin sebebi sebepsizce peşlerine takılmamdı. Nereye yürüdüğümü neden yürüdüğümü bilmiyordum artık. Yürüdükçe onlara benzediğimi hissediyordum.Yürüdükçe onlara daha da benzemekten korkuyordum. Kendimden başka kimseye benzemek istemiyordum. Korkum adımlarımı yavaşlattı. Arkalarında kalmıştım. Sonra birden yol Saramago'nun adası gibi ortasından çatladı ve ikiye ayrıldı. Bir adım ilerisi artık derin bir uçurumdu. Daha fazla ilerleyemedim. Arkadaşlarım gözden kaybolmuştu. Tuhaflığı ve açıklanamazlığı bir yana bu ayrılış hoşuma gitmişti. Akıl almaz bir enerjiyle doldum. Arkadaş olmasaydık içimdeki mutluluk kıvılcımının nedenini anlardım. Geldiğimiz yola geri döndüm. Önceden bastığım karelerin üzerlerine basmama oyunu oynadım. Giderken farketmediğim çukura bu defa düşmedim. Kendimi tek başıma daha güvende hissettim. Yol boyunca iç dünyamın el değmemiş taraflarıyla konuştum. Bir sürü yeni kararlar aldım. Ve bu kararlar pişman olamayacağım büyüklüktelerdi. Nereye varmak istediğimi biliyordum artık. Bu defa yol çabuk bitti. Sonunda eve gelmiştim. Kendi aklımla gelmiştim.

28 Şubat 2012

    Sevgili Kafka,

 Zaman ne çabuk geçiyor. Merak ediyorum, doyumsuzluğuna bir çare bulabildin mi? Sanırım çocukluğumuzda kişiliğimize yamadıkları özellikler bütün hayatımızı etkiliyor. Eğer biz koşullandırılmışlıklarımızın farkında değilsek kurban rolümüzün hakkını veriyor olmalıyız. Ruhumu çürütmeye çalışıyorlar. Sırf çıkan kokudan tiksinmek için. Düşünüyorum da insanın çığırından çıktığı bir an var mıdır? Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını belgeleyen -önemsiz- bir tarih. Tek bir an ama. Geri dönüş yollarının art arda bombalandığı. İnsanın yaptıklarının bedelini ödemeye hazır olduğunu haykıracak kadar gözü kara olduğu, kimsenin kendisini anlamadığını düşündüğü ve bundan garip bir şekilde gurur duyduğu.
 Aşka karşı şüphe kalkanımız korkularımızdan ileri geliyor olabilir. Ama bu kalkan çoğu zaman içimizdeki dürtüye teslim olmamızı engelleyecek kadar güçlü olmuyor. Ben aşktan korkmuyorum Kafka. Sen de korkmamalısın. Saydamlaştırılmış beyin, düşüncenin çöplüklerini atıp, karşılaştırma acizliğini de bir kenara bıraktığında salt sevgi duygusuna erişmiş olur. Düşünmeyen zihin tek bir şeye kavuşur : sevgiye. Buradaki düşünmeme hali sevilen şeyi (herhangi bir şey) sorgulamama, sahiplenmeme, bir diğeriyle karşılaştırmama ve beklentilerinden arınma hali olsa gerek. Karşılaştırma yapan zihin gördüğünü hissedemez, yaşadığı anın tadını çıkaramaz. Gördüğüm ve yaşadığım her şeyde zihnimin kendi varlığını ön plana atmasını engellemeye çalışıyorum.
 Sevgili dostun Brod'a bir kez daha minnettarlığımı ilet lütfen. Sana inat bu mektubu nasıl sonlandırabilirim? Hayır yapamam. "ne aradığını bilmeyen bulduğunu anlayamaz " öyle değil mi?

27 Şubat 2012

kareli battaniyem, değerli her saniyem

İkinci cemre suya düştü. Bugünkü havanın içinin de dış görünüşü kadar tiksindirici olduğunu düşünüyorum. Bir süre dışarı çıkmayı reddediyorum. Yakın bir arkadaşım askere gidecek önce bize geldi. Kahve yaptım ona. Gidiyorum dedi. Ağladım. Başka bir gün olsa ağlamazdım biliyorum. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Vedalaşmadık. Akşam annem köfte yapmış getirmiş. Anne sen ucuz grupların baş gitaristi ol dedim yüzüme baktı ve gitti. Ben de köfteleri camdan kedilere attım. Sonra sıcak suyun altında  durup saçmalıklarımın akıp gitmesini izledim. Bir de hafta sonu elimden yem yiyen sarı japon balık öldü. Ben de sabah kalan balıklara yem vericem diye hava motorunu akvaryuma düşürdüm. Bozuldu. Wagner'le Cosima çok iyi anlaşıyorlardı, Cosima Wagner'i seviyordu, Wagner de Wagner 'i. Pasifist seni!

24 Şubat 2012

Bol bol soru çözmem gerekiyormuş. Tamam dedim. Aldım test kitabını önüme.

Soru 1- "Kanunen muteber bir beyan vaki olmadığı yahut makbuzda bir guna mahsup gösterilmediği taktirde, tediye muaccel olan borca mahsup edilir. Müteaddit borçlar muaccel ise tediye, borçlu aleyhinde birinci olarak takip edilen borca mahsup edilir. Takibat vaki olmamış ise tediye, vadesi iptida hulul etmiş olan borca mahsup edilir. Müteaddit borçların vadeleri aynı zamanda hulul etmiş ise mahsup mütenasiben vaki olur. Hiçbir borcun vadesi hulul etmemiş ise alacaklı için en az teminatı haiz olan borca mahsup edilir." şeklindeki BK.m 86 hükmü aşağıdaki hukuk kuralları çeşitlerinden hangisi ile nitelendirilir?

Kapattım kitabı. Kendimin günahını almışım. Sevindim. Yattım, uyudum.

23 Şubat 2012

Yapraklar dans eder uyanamadığım akşamlarda. Yağmur uzun uzun yağar. Suya sarılan düş akıp gider geçmişe. Ben hiçbirini göremem. Kim anlar benim şeytan uçurtmasıyla kaçtığımı. Öylece gökyüzünde savrulurken yerçekimli bir karga çekiverir beni aşağıya. Uyanırım.
İçime özenle yerleştirilmiş bir intihar mektubudur ruhum. Hayatın neresinden dönülse kardır yazıyo sonunda. Ölmeden önce yağmurun altında bu şarkı da kızılderililer gibi dans edicem sonrada cennete gidicem. Kayıp bir cenneti düşleyenler aptal görünebilir, asla başka bir dünyayı aramaya yeltenmeyenlere. Yarabbim kamaşıyorum.
Kumbaramı açtım. İçinde güzel bir bahçeden çaldığım yaz akşamları vardı. Kokladım. Aldım serptim her bir yere. Mutlu oldum.

22 Şubat 2012

ilk mim :)

Ben bu  mimlemek nedir ki derken sevgili Maya'nın Günlüğü beni mimlemiş bile :) Yeni bir blog yazarı olarak soruları cevaplamak eğlenceli olacak :

1-En sevdiğin şeyler nelerdir nelerden hoşlanırsın ?

Resim yapmaya bayılıyorum. Kitap okumayı ve film seyretmeyi de çok severim. Orta şekerli bir Türk kahvesi eşliğinde arkadaşlarımla sohbet etmekse sevdiğim bir alışkanlık olarak yıllardır hayatımda. ( ayrıca bu cümle Maya'ya bir mesaj olsun ;)

2-Bilgisayarda vaktini neler yaparak geçirirsin ?

Son zamanlarda bilgisayarı blog yazmak ve okumak için kullanıyorum. Müzik dinlerim ve bazen de yatağıma geçer film seyrederim. Merak ettiğim o kadar çok şey var ki google sağolsun her şeyi ondan öğrenirim:)

3-En sevdiğin filmler nelerdir, veya izlediğin ve hafızanda kalan veya kesinlikle izleyin dediğiniz ?

O kadar çok ki hangi birini yazsam. İlk aklıma gelenler : Vanilya Sky, Wristcutters, Tim Burton'ın bütün filmleri ( en çok Big Fish), Amelie, içinde Charlie Chaplin geçen bütün filmler ( hayranıyım kendisinin ), Schindler'in Listesi ( böğüre böğüre ağladığımı hatırlıyorum ) Persapolis, Tanrıkent, Paramparça Aşklar ve Köpekler, A Clockwork Orange. fff bu işin içinden çıkamayacak gibiyim. Belki bi ara bu film listesini uzun uzun yazarım ama şimdilik bu kadar olsun :)

4-Şu aralar almak istediğiniz şeylerin listesini yapsanız bunlar neler olur ?

Uzuun bir alınacak kitaplar ve filmler listem var onları alsam huzura kavuşucam :)

5-Şu sıralar en çok dinlediğiniz şarkılar ? 3 tane

Ray Lamontagne Jolene, Jehan Barbur Neden, Beirut Elephant Guy.

  Ve bitti.. :)


20 Şubat 2012

  Uykumun gelmeye başladığı şu saatlerde hiç uyumak istemiyorum. Böylece zamanı yavaşlatmış olurum sanıyorum. Tabiki yanılıyorum. Uykumun içine eden rüyalarımla bu aralar küsüz. Rüyamda, gördüğüm rüyaları kimi gördüysem ona anlatıyorum. Evet rüyamda da rüya görüyorum. ( anlatması bile ne kadar zor ) Mesela dün geceki rüyam şöyleydi : 'Kuzenim yeni bir eve taşınıyor. Evi geziyorum. Bütün odalar salona açılıyor ve ben bu yüzden evi hiç beğenmiyorum. Uyanıyorum  kuzenime rüyamda seni gördüm yeni bir eve taşınıyordunuz diye anlatıyorum.' Sonra gerçekten uyandım ve kuzenime anlattım. "rüyamda seni gördüm, sonra uyandım sana anlattım" dedim! Anlayacağınız bir rüya görüp iki kere aynı kişiye anlatmış oldum. Birini gerçekte birini rüyada. Allam insanlar böyle mi deliriyor ? Zihnim gerçekle gerçek olmayanı birbirine karıştırmaya mı başladı ? Belki de bunları sadece ben yaşamıyorum. Herkes böyle karmaşık rüyalar görüyor ve bu hiç de ilginç bulunmuyor.
  Hayatımı zorlaştıran hayatıma çok kızıyorum. Bilseniz ne diller döküyorum ama nafile. "bak tekrar gelmiycez bu dünyaya, bırak istediğim gibi yaşıyım, seçimlerimi özgürce yapabileyim, sadece sevdiğim insanlarla görüşüp sevdiğim şeylerle ilgileniyim, önüme engeller koyma, daraltma beni " diyorum, dinletemiyorum. İlla benim seçtiğim hayatı yaşayacaksın diyor. Ağlıyorum, geldiğim yere geri dönmenin bir yolunun olmasını diliyorum. Amaan zaten nerden geldiğimi hatırlamıyorum ki diye düşünüp vazgeçiyorum. Film izleyip iç geçiriyorum. "herkes gider mi" diye soruyor cem adrian,  "mutlaka gider" diyorum. "arkalarından birlikte el sallayabileceğin birileri varsa dert etme ama yalnızsan daha da dert etme." Şaşırmıyor. "Anne, sen babamı değil beni cezalandırıyorsun" diye bağırmak istiyorum, sürekli şikayet eden tarafımdan korkup susuyorum. Bir hışımla yerimden doğrulup, yüzüme o iğrenç gülümsememi takınıyorum.Sebastiyan paltomu getir, ben gidiyorum!

18 Şubat 2012

'Arka bahçenin haylaz ve ahlaksız çocuğuyum!'

  Ankara sokaklarında dolanıyorum. Sokaklar deniz kokuyor, salaş meyhaneler tarifi olmayan bir yalnızlığı itiraf ediyor. Yanımdan geçen adam yüzüme tükürür gibi yere tükürüyor. İnatçılık işe yaramıyor, uysallaşıyorum. Fışkırtarak gazoz içiyorum. Buharlanmış bir cam üstüne mektup yazıyorum. Birden yağmur yağıyor, yazdıklarım yağmurla akıp gidiyor. Sokağa dökülüyor kelimeler. Tüm postacıların ellerini kesmek geliyor içimden. Küfür ediyorum yağmura. Kurbağaların gözleri gibi aklım. Deniz kuruyor, yosunlar kaldırım taşlarına vuruyor. Seni özlüyorum. Saçlarımı sallasam sende ıslanacak kadar yakınsın bana. Küçük bir kız gökyüzünün yıldızsız kalmasına ağlıyor ve soruyor 'öldüğünde melekler de örebilir mi saçlarını annesi gibi?' Büyümemek için direniyorum. Ben rüyalarında sızıp kalan bir vampirim. Mor patlıcan ağaçları yetiştiririm gözlerimin altında. Diz çökerek selamlarım acizliğimi. Ayaklarım çıplak yürür bedenimi isteyen toprakta. Çekingen gerçekler can çekişmeye mahkum kaldığında, kırdığı ceviz tıkırtısından ürken bir sincap olurum. Bir kediyi evlatlık edinebilirim. Senin geçtiğin yollardan gelen yalnızlığı izlerim. Ucuz şarap içerek lanet ederim düşlerdeki avuntulara. Ve, Ankara boğulur içimin bir köşesinde.

16 Şubat 2012

pinokyoo,oğlum, beni duymuyor musun??

Sabah uyandığımda ilk işim 15 şubatın gelişini kutlamak oldu. Sonra mutluluğumu kıpırdatmak için aynaya gülümsedim. Havanın güzelliğinden istifade ederek joline eşliğinde yürüdüm. Günlerdir uğraştığım tablosunu vermek ve kahvaltı etmek için arkadaşıma gittim. Cuma günü yeni bir oyun var. Pinokyo :) Bugün provası vardı. Çok eğlenceli geçti. Akşam eve gelmeden kitapçıya uğradım. Kitaplara dokunup sakinleştim. 'Kitap okuyacağına ders çalış!' diye bağıran iç sesimle uzlaşıp Hermann Hesse' in en kısa kitabını aldım: 'Knulp' . Böylece arzularımı yatıştırmış oldum. Ders çalışmak zulüm ediyor hücrelerime, napıyım fazlasıyla amaçsızım. Beni heyecanlandıracak bir iş arayışındayım. Fikri ve yeterli sermayesi olanı riske çağırıyorum. Ve son olarak bu gece yatmadan anılarıma uyku hapı vermeyi düşünüyorum. Pinokyoo yine başına bir iş mi geldi yoksa ?

14 Şubat 2012

Üzülmüyorum merak etme dedim ya, yalan söyledim. Evet üzgünüm, hem de çok. Ve kızgınım da. Suçlayacak birini arıyorum, emin olamıyorum. Dönüp kendime bakıyım diyorum, cesaret edemiyorum. Bu kadar berbat hissetmemin sebebini arayacak olsam çocukluğumdan başlamam gerekecek. Sessiz kalan bi dolu sözüm var. Hedef belirlemeden atsam ortaya herbirini, herkes payına düşeni alsa, sonra farketseler hepsi tek tek sonucun bir parçası olduklarını. Bir şey değişir mi bilmiyorum ama bilsinler işte. Beni suçlayanların karşısına dikilsinler en azından: biz de suçluyuz desinler. Önce verdikleri sözleri geri alsınlar, sonra onarmaya çalışsınlar kalbimde, beynimde bıraktıkları hasarları. Rüyalarımın hesabını versin kendini en çok hatalı gören. Sıralama annem ve babamdan başlasın ama. Kendimi bu kadar bitkin ve yalnız hissetmemin nedenine dair fikirlerini birleştirip bir çözüm yolu bulsunlar. Güvensizlimin sebebini sahiplensin biri de tekrar kavuşayım bu duyguya. Bir de herkes kendini haklı çıkaracak bir açıklama yaparsa belki huzura kavuşurum.
 Yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum demem, bütün hayatımın pişmanlık olmasındandır belkide. Belki de her ne yaşadıysam tek bir tanesi bile yaşanmamış olsa, bugünkü ben olamayacağımı bildiğimdendir, bilmiyorum.

12 Şubat 2012

KÜRK MANTOLU MADONNA


" Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor,koridordaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum 'Kürk Mantolu Madonna 'yı seyre dalıyor, ta ki kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
 Kimi tutkular vardır rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

11 Şubat 2012

tenin tenime deysin ucundan

Kışın  sevgili olmak ne kolay. Erkekler için alternatif çok :
" aman yerler buz kayma, koluma gir."
"ellerin buz gibi olmuşş, benimkiler sıcak getir ısıtıyım"
"üşümüşsün, yanaş biraz, sokulursan geçer. kansızlık mı var sende?"
"bakıyım, burnun ıslak ve soğuk, kedi gibi, çok şekersin."
"hemen arabaya binelim, kaloriferi de açarım sana"
"daha iyisin ya şimdi? bakıyım burnun ısınmış mı? ıımmmmph öptüm işte.oh."
Kadın da şöyle düşünür herhalde:
"ffff hava çok soğuk nerden çıktı şimdi bu yürüyüş"
"inşallah akıllılık edip arabayı yakına park etmiştir"
"üşümüyo mu bu be? buz gibi de bira içiyo.ben donuyorum, çay içiyim de içim ısınsın"
"senin eldivenin var tabi, üşümez ellerin, bak benimki buz gibi"
"kocaman gövdesine vücudumu bastırsa da ısınsam"
"hava çok soğuk, hem hasta gibiyim.istersen bize gel kahve yaparım sana"
Bedenler iletişimi arzulamaya dursun, yok durmaz. Mutlaka bir yolu bulunur. Ama bence en keyiflisi de o ilk temasıdır tenlerin. Soğuktan mıdır bilmem çekiliverirsin birbirine, onu kavrayıp, bağrına basasın ya da ilişip yanına, sığınasın gelir göğsüne. Akla gelebilecek en tehlikeli art niyet dudaklarına dokunmak olur.En azından öyle olduğu umulur.Bilmiyorum, belki sevgili de olmazsın ama mutlaka ısınırsın ;)

09 Şubat 2012

Evet, düzelebilirdim, ben, eğer...

Çok soğuk çok.. Zamanı durdurup kışı atlatsak. Sonra zaman bahardan tekrar başlasa. Kışın hep uyusak, kaplumbağalar gibi. Ayaklarımın özgürlüğünü kısıtlayan kat kat giydiğim çoraplardan kurtulsam. Ellerimi yumruk yapıp sokabileceğim bir cep arayışım son bulsa. Portakal yerine can eriği yesek mesela.
Sanki yarın yokmuş gibi, her şey bugünden ibaretmiş gibi. Bu soğuklar mı beni böye karamsar yapıyor? Halbuki bugün yağan karın altında, saçlarımın bozulmasını umursamadan, dakikalarca durdum. Etraftaki mikropları yok ettiği söylenen kar, üzerime bulaşmış onlarca kaygı mikroplarını da temizler sandım. Bu müthiş doğa harikasına minnettarlığımı sunarak, her yer gibi beni de beyazla kaplasın istedim. Oysa şimdi, burda, sıcak odamda kafamdaki karamsar böceklere yem veriyorum. Umudum karşımda durup, gözünü bana dikmiş bakıyor; onu umutlandırayım diye. Her geçen saat aleyhime işliyor gibi. Zaman dursun dedikçe saatler saniye gibi göz kırparak önümden geçiyor. Bir de şu anlamlandıramadığım rüyalarım var. Ne kadar olmaz şey varsa bilinçaltım olduruveriyor. ( dün gece bir karış büyüklüğünde bir hamamböceğiyle aynı banyoda birbirimizi yıkıyorduk mesela ) Sabah benliğimi çamura bulanmış şekilde buluyorum ve bütün gün o karmaşık oyuncakla oynamak istemiyorum. Bazen ne gördüğümü yüksek sesle kendime bile anlatamıyorum. Şu İsviçreli bilim adamları artık bu rüya işine de kesin bir çözüm bulsalar diyorum.

                                                                        


06 Şubat 2012

Okullar tatile girdi ve bizim ev hiç olmadığı kadar misafirle doldu. İki haftalığına geniş bir aile olduk. Günlerce yalnız uyuyamadım, kitap okuyamadım, resim yapamadım, ders çalışamadım, bloğa yazı yazamadım. Ama tiyatroya gittim, kartopu oynadım, film seyrettim, hasta oldum iyileştim, anıtkabirde Atatürk'ü özledim, harika yemekler yedim ve galiba biraz kilo aldım :(  Televizyon izlemekten beynim kanser oldu. Görmek istediğim kişileri göremedim özledim. Bi göriyim sevgimi fışkırtıcam üzerlerine. Yalnız kalmaya ihtiyaç duysam da güzel bir iki hafta geçirdim. Gerçi ders çalışamamam fazlasıyla sıktı beni. Olsun. Önümde bir sürü günüm varmış takvime baktım öyle söyledi. Hem bugün ders çalışmaya başladım bile. İktisat başlangıç için pek uygun görünmese de, evet itiraf ediyorum ( özellikle kendime ) : sevicem ben bu dersi. Anladıkça seviliyormuş, seviniliyormuş. Her şeyi değil ama. Mesela mısır yaptığım tencereyi neden yaktığımı anladım hiç de sevinmedim. Hala dibindeki o kara lekeleri çıkartamadım. Bugün çok sigara içtim. Tüm gün odama giren tek kişi olmayı kutladım. Elektrikli seyyar kaloriferime minnettarım, beni hiç üşütmedi. Ha bide sonunda odama halı serdim oda eve benzedi.Şu an üçüncü kez kendime sinirlenme, sakin ol, her şey yolunda diyorum. Hem yazıyorum hem diyorum. İlk ikisinin nedenini biliyordum ama şimdikini bilmiyorum. Yatmadan çalıştıklarımı tekrar edicem dedim. Bir daha kendime söz vermiycem.

05 Şubat 2012

Odam buzhane gibi. Bu gece dişlerimi fırçalamak istemedim. S*ktir Et kitabını da siktir ettim. Vücudumdaki kokular birbirine karışmış. Sonunda yalnızım. Uyumak istiyorum ama uykuya direniyorum. Şimdi farkettim bugün kahve içmemişim. Aşkı içtim ama, daha iyi geldi. Bi de mısırlı alfredo makarna yedim. Bütün gün kafamda huniyle gezmişim aynaya bakınca gördüm. Bir sürü yol yürüdük ama ben hiç üşümedim. Bu her yazıya başlık bulma işi de canımı sıkmaya başladı. Yarın hangi evde uyuycam bilmiyorum. Kedimi çok özledim. Neye isyan ediyorum söyliyim; kendi hayatımı yaşamıyor olma ihtimalimin yüksek olmasına. Kafama üç tohum ekti. Büyümeleri için bir kaç günde bir 'ehiih' diye gülümsemem gerekiyormuş, kolay! Bugün çok kaprisli ve kıskançtım. Son duam yarım kalmıştı tamamlayıp yatıyım bari.

30 Ocak 2012

MAD WORD

 göz yanılgısı yaşamak istiyorum. yukardan nasıl göründüğümü görmek istiyorum






26 Ocak 2012

lüzumsuz bilgiler

bunları biliyor musunuz? bilmeli misiniz? bilmiyorum. benim ilgimi çekti!

 Neden Esneriz: aslında esnemenin ve fizyolojisinin ardında yatan gerçek tam olarak bilinememektedir.ama biliyoruz ki esnemek de gülmek gibi bulaşıcıdır.yani nasıl yemek yiyen birini görünce acıkırsak onun gibi bir şey.esneyen kişinin yüz hatlarında meydana gelen şekillenmenin, diğer insanlar üzerinde esnemeyi teşvik edici bir etki uyandırdığı tahmin ediliyor. bir görüşe göre ilk insanlardan kalma bir davranış. ilkel atalarımız akşamları ateşin etrafında topluca otururken grubun lideri tüm dişerini göstererek esner, oturumu kapatır, artık gecenin başladığı, herkesin sabaha kadar yatması ve hareket etmemesi gerektiği sinyalini verirdi. grubun diğer üyeleri de esneyerek görüş birliği içinde olduklarını beyan ederlerdi. günümüzde esnemenin hiçbir faydası görülmemektedir ve önümüzdeki bir milyon yıl içinde ortadan kalkacağı sanılmaktadır.

 Ortalıkta niçin ölü güvercin görmüyoruz? :genellikle hayvanlar kendilerini ölüme yakın hissettiklerinde ölümü beklemek için bir yerlere gizlenirler. buradaki içgüdü kendilerini güçsüz hissetmeleri nedeniyle bir düşmanla karşılaştıklarında karşı koyamamak ve kaçamamak korkusudur. saklandıları yerde öldükten sonra da vücutları bir şekilde ya da başka hayvanlar tarafından yenilerek yok edilir veya kendi kendilerine çürüyerek toprağa karışırlar.

 Dünyanın dönüşü aniden durursa ne olur? :dünya aniden durursa atmosfer dünyanın dönme hızıyla dönmesine devam ederdi. fren yapmış arabadaki insanlar ve eşyalar gibi, yere, kayalara sabitlenmiş her şey bu hızla ileri fırlar, büyük depremler olur, denizler karalara karışır, hayat yok olurdu ama hiçbir şey uzaya gitmezdi.

İnsan ne kadar uyanık kalabilir? :bunun deneyle ispatlanmış cevabı 264 saat, yani yaklaşık 11 gündür. Randy Garner isimli 17 yaşındaki bir lise öğrencisi 1965 yılında, bir bilim fuarında bu kadar uzun süre uyanık kalarak rekor kırmıştır. dikkatli gözlem altında yapılan diğer deneylerde insanların 8 ila 10 gün uyumadan durabildikleri ve bu sürede zihin, güdü ve anlayış seviyelerinde gittikçe ilerleyen bir konsantrasyon eksikliği dışında tıbbi, fiziksel ve psikolojik olarak ciddi sorunlarla karşılaşmadıkları gözlemlenmiştir.

Loş ışıkta okumak gözü bozar mı? :loş ışıkta okumak gözü yorabilir, göz kaslarının gerilmesine yol açabilir, baş ağrısı yapabilir ama gözde, parlak bir ışıktan daha çok görme bozukluğuna yol açmaz. aşırı okumanın, çok küçük harfleri okumanın, ince işlerle uğraşmanın, zayıf ışığın, televizyon ye yakından bakmanın, kalitesiz güneş gözlüğü kullanmanın da gözün bozulmasıyla ilgisi yoktur.

Niçin üflemek soğutuyor da hohlamak ısıtıyor? :çok sıcak günler hariç vücudumuz, dışarıdaki ortama göre daha sıcaktır. hohladığımızda bu hava ağzımızın aldığı şekilden dolayı genleşmeye uğramadan ve ısısı pek değişmeden dışarı verilir. açıkta, hava ile temesta olan ellerimiz daha soğuk olduğundan, hohladığımız havayı oldukça sıcak hissederler. dudaklarımızı birleştirip hava üflediğimizde, dar bir kanaldan geçerek geniş bir boşluğa çıkan hava genleşir, enerjisinin bir kısmını harcar, sıcaklığında düşüş olur.

22 Ocak 2012


buralarda kar böyleydi



                                                                                 



                                                                  oynadığımız sahne


                        
                                                      kedim intihar etmeye çalışırken



                                                    tamamlayabildiğim son resmim

                                                           

21 Ocak 2012

kim bilir ?

Siz dün gece uyurken günümüzdekinden çok daha ileri bir bilim ve teknolojiye hakim durumdaki bilim adamları evinize girip sizi bayıltmış, sonra da labaratuvara götürüp beyninizi kafatasınızdan çıkartmış ve onu sıvıyla dolu bir fanus içine yerleştirdikten sonra, belli duyum merkezlerine birtakım kablolar takıp, bunları deneysel uyarılar veren makinalara bağlamış olsunlar. Bu makinelerin sıradan günlük bir yaşamın bütün algılarını tamamen tutarlı bir biçimde verebilen çok ileri aygıtlar olduğunu varsayalım.
Şimdi siz uyandığınızda her şeyiyle sıradan, yeni bir güne başladığınıza inanıyorsunuz ama, şimdi oturmuş elinizdeki bu yazıyı okuyor değilsiniz. Gerçekte karşınızda yazı filan da yok. Aslında bu kağıdı tutabilecek elleriniz bile yok, çünkü sizin bir gövdeniz yok. Siz fanus içinde bir beyin olarak tüm bu “normal yaşam” hayallerini, beyninizin uygun yerlerine yerleştirilmiş kablolar aracılığıyla makineye daha önce kaydedilmiş çok ayrıntılı ve tutarlı bir yaşamöyküsü CD’sinden alıyorsunuz. Sizin hiçbir algınız doğru değil, ama böyle olduğunu bilmediğiniz için, görüp duyumladığınız her şeyi doğru zannedip aldanıyorsunuz. Bu öyküye konu olan olayın dün gece gerçekleşmiş olması nasıl mantıksal bir olanaklılıksa, siz bebekken, hatta doğmadan gerçekleşmiş olması da o ölçüde olanaklı. Yani sizin tüm yaşamınız bir düşten, bir aldanmadan ibaret olabilir. Kaldı ki toptan hepimizinki de böyle olabilir ve tüm bir insan ırkı olarak fanus içinde düş gören beyinlerden ibaret olabiliriz….”

Arda Denkel / Bilim, Bilgi ve Kuşku / Cogito Sayı 11

20 Ocak 2012

dinleyelim istedim

her yeni bir alışkanlık

Çarşamba günü tiyatroda bu dönemin son oyununu oynadık. 2 hafta tatilden sonra tekrar başlayacak. Ben devam edebilecek miyim bilmiyorum. Ders çalışmam lazım. Ama bir yandan da tiyatro maceram bitsin istemiyorum. Hayatımın en güzel zamanlarını geçirdim son iki ay. Tiyatro beni tekrar hayata döndürdü. İçimde sakladığım neşeyi hatırlattı bana. Sonsuza kadar hayatımdan çıkmış olmasını düşünmek istemiyorum. Eğer ayarlayabilirsek tatilden sonra haftada bir kez oynamak istiyorum. Hem yeni bir oyun var sırada. Yeni oyun yeni heyecan ve telaş demek benim için. Bazen düşünüyorum bu işe çok mu anlam yüklüyorum diye. Deneyimledim ve bitti, güzel bir anı benim için deyip rahatlamam mı gerekiyor? Yapmam gerekenlere odaklanıp yapmak istediğim şeyi bir kenara mı bırakmalıyım? Ben tiyatrocu değilim eğitim almadım. Hatta amatör olmaya çalışıyorum diyebilirim. Ama içimdeki hevesin iki ayda bitmemiş olması da şaşırtıcı. Mesela bir gün bir yetişkin oyununda oynamak gibi hayaller kuruyorum. Çocuk oyunu da keyifli evet ama daha çok insana hitap edebilecek bir oyunun verdiği tatmini hayal etmek bile beni heyecanlandırıyor. Kimbilir belki bu hayalim gerçek olur ve ben burda onu da yazabilirim.
 Son zamanlarda hep bir şeylere bağlı olmak,bağımlı olmak hakkında kafa yorup duruyorum. Burdaki yazıların bazılarında da bu dertten muzdarip olduğumdan bahsetmişim. Ben bağımlılıklarımdan kurtulmam gerektiğini kendime telkin ederken şimdi de tiyatroya bağımlı olmuşum gibi hissediyorum. Kendinde bunu farkettiğin zaman bu duygu rahatsızlık verici oluyormuş. Kendini kapana kısılmış varlığın bağımlı olduğun şeye bağlıymış gibi hissediyormuşsun. Bu biraz sahip olma arzusunun da sebep olduğu bir duygu galiba. Ne kadar çok şeye sahipsen o kadar güvendeymişsin gibi geliyor. Gerçekte zamanla o sahip oldukların senin sahibin oluveriyor sen farkına bile varmadan. Ve bütün bu karmaşık durumlar da seni en muhteşem duygudan mahrum bırakıyor. ÖZGÜRLÜK. insanın kaybetmekten korktuğu bunca şey varken özgür olması ne mümkün. Sanırım ben de özgürlüğümün eksikliğini hissetmeye başladığım için bu kadar düşünür oldum. Başım ağrımazsa ilaç içmeyeceğim gibi ruhum daralmaya başlamasaydı bu durumun farkına varamayacaktım. Sevdiğim şeylerden bağımı koparmadan bağlılığıma son verirsem özgürleşebilicem. Yine söylüyorum tercih edilmiş bir yalnızlığın tadının başka hiçbir şeyde bulunamayacağı bir gerçek. Ama ben bu gerçeği yaşamaya çok yakın değilim ne yazıkki. önce yalnızlığı sindirmeliyim. Kendime barış çubuğunu uzattım. Sabahları aynaya gülümsüyorum. Neye niçin önem verdiğimi bulmaya çalışıyorum ve hiçbir şeyin benden daha önemli olamayacağını kendime hatırlatıyorum. Bunlar başlangıç için iyi sanırım. Bir de neye odaklanırsan onu kendine çektiğinin güzel bir örneğini daha yaşadım geçen gün. Kitapçıda karşıma  John C. Parkin'in "siktir et" kitabı çıktı. Aldım tabiki (sahip olma duygusuyla değil ama ;) henüz bir kaç sayfa okudum ama kitabın amacı şu, okuyan herkesin önemsediğini düşündüğü her şeyi siktir edebilmesinin ne kadar rahatlatıcı olduğunu anlatmak. İlginç değil mi ? Önemli olduğuna inandığın aslında çok da önemli olmayan şeyleri o an için bile olsa siktir edebilmek kişiyi özgürleştirebilirmiş. Fena fikir değilmiş gibi geldi bana ama korkum kitabın sonunda ya şöyle bir şey yazıyorsa; '200 sayfalık bu kitabı okudunuz ve ne yapmanız gerektiğini anladınız. şimdi bu okuduklarınızı siktir edin!' hayal kırıklığı yaşarım :) Yine de en azından eğlenceli bir kitap olduğu belli. Tavsiyemi ancak okuduktan sonra yapabilirim. Son olarak şunu söylüyorum her yeni bir alışkanlık gelecek yeni bir yıkımın habercisi olabilir. Özgür zihinler diliyorum hepimiz için..





16 Ocak 2012

sakın yapma! içine sıkıntıların girmesine izin verme. her şey bu kadar mutlu giderken teslim etme kendini mutsuzluğa. dağılma, gücenme, özenme. nankörlük hele sakın bulaşma. hayallerin vardı ya onlara sarıl. etrafına bir bak sevgiyle kuşatılmışsın. değerlisin, özenilmişsin. hayat var senin içinde. hala büyüyorsun. büyümek kendi içimizde geçirdiğimiz bir evrim değil midir? zahmetlidir büyümek, kırılgandır. ödülün erişeceğin huzur olacak, inanmalısın! kocaman bir ohh çek şimdi. yaşıyorum de. gülümse. gülümsemenin sihirli bir etkisi vardır hayata. düşünmemen mi lazım? öyleyse durdur bir süre zihnini, dinlendir, yatıştır. böylelikle ruhun terbiye olacaktır. kitap oku. iyi gelir. iyi kitaplar oku ama. eline her geçeni değil. inançlarının kalıcı olmasına diren. her şey güzel olacak diyordun mesela. bunu hep tekrarla.ve şunu unutma sen varsan herkes var sen yoksan hiçkimse yok!

not:yazının altındaki resmi gülümsemen için koydum.biliyorum kedileri çok seversin;)


14 Ocak 2012

jolene

aylardır içine hapsetti bu şarkı beni. dinlemezsem deliriyorum. dinledikçe de deliriyorum. sesini içime çekip, beynime akıtıyorum. sonra dilimden dışarı fırlatıyorum. nerdeyse hergün.
 

yazmalı

okumayı bırakıp yazmalı.durmadan dinlenmeden yazmalı hemde.kim beğenecek diye düşünmeden fütursuzca yazmalı. en mükemmel bir kitabı bile beğenmeyenler bulunabilirken bu sorunun sorulması ne kadar saçma. herkesin bir fikri var. ortak payda bulmak zor. ben bile en mükemmel diye sınıflandırabiliyorsam değersiz bulunması neden imkansız olsun. neyi bilmek istiyorsun? kalemime neler döküleceği neden bu kadar önemli senin için. evrensel bir hayat yaşarken, benzer acılar, aynı sevinçler.. hala neyi merak ediyorsun? bir de ilk cümleleri okurken aklıma geldi. yazdığın bitmeden başa dönüp okumamalı. yarım kalan yazıları da tamamlamaya çalışmamalı. malı malı meli bu kadar koşul varken yazmamalı.
 yazacak bir şeyim yokki benim. neyi yazayım? fikirlerim var evet düşünebiliyorum. duygularım da var hissediyorum. cümle kurmayı da biliyorum. konuşurum anlatırım ama yazamıyorum işte.içimde bıkkınlık,  tembellik, aman sendecilik. hep uyusam. fiziksel ihtiyaçlarımı gidermek için kalksam yaşayabilmem için sonra yine uyusam. ruhum uyuyor zaten. düşüncelerim de uyusun. içimi kaplayan bu huzursuzluğa bir çare bulamıyorum. gülümseyeyim diyorum sık sık. sonra onu da unutuyorum. zaman çok hızlı ilerliyor. boşlukta gibiyim. günler bana değmeden yanımdan geçiveriyor. hep dünde kalıyorum ve dün neresi onu da bilmiyorum. kalbim aşkla dolu ama gülümseyemiyorum. aklım öfke nöbetleri geçiriyor. öfkem nefrete dönüşmeye başladığında korkuyorum. yalnızlığımla yüzleşmeliyim.kendi kendimi besleyebilmeliyim. bırakın ağlıyım. yanımda durup teselli edin beni. neden herkes beni anladığını söylüyor? her şey bu kadar basitse ben niye debeleniyorum? değişime hazırım ama kolay yollardan gelsin. canımı acıtmasın.  (  yazının burasında uyudum evet uyuyakaldım. yarım saat. gelebileceğim son noktadayım )