19 Aralık 2011

mavi

aklın peşinden giderim sonsuza kadar.mahremimi açarım ona.sarılır ağlarım.ayaklarımı öperken çocuk olurum.kokusunu ararım yastığımda.kahkahalarını bulaştırırım üzerime zor günde yanımda olsun diye..gözlerinden öperim.anlatsın isterim her şeyi.bütün sorularımı sorarım ona.savunmasızlığımı teslim eder el sallarım arkasından.üzerime alırım.yanında kalırım.elimden tutup götürse nereye diye sormam.herkesin zaafları vardır yani umuyorum yalnız değilim!benim de seni gördüğümde delirmem bundan olsa gerek.bunca yıl nerdeydin? eksik geçen her günüm için yanımda olacağın bir tam gün borcun var bana.cümleye dökemediğim düşüncelerimi senden daha iyi anlayan yok.kimsenin anlayamadığını bir tek sen anlıyorsun.saçmalasam gülüyorsun, güldüğümde duygulanıyorsun.bu yazıyı okuyabilseydin eğer yine seni çok iyi anlayabiliyorum diye geçirirdin içinden biliyorum.huzursun sen,içime çektiğim en temiz şeysin.korkularımı hissettirmeden toplaman ne büyük cömertlik.eksildiğini farkedince anlıyorum.kendimi daha güçlü hissettikçe sana minnettarlığım artıyor.hiç bıkmadan usanmadan beni bana anlatıyorsun.benim bile kendime konduramadığım mükemmellikleri sen hiç tereddütsüz adımın yanına sıralayıveriyorsun.sana inanmak dünyanın en rahatlatıcı duygusu.bu yazıya bana hissettirdiklerini yazmak için başlamamıştım seni anlatmayacaktım çünkü biliyorum ki ne desem hep eksik kalacaktı.ama işte düşüncelerimden akıverdin buraya da.her geçen gün daha güzel olacak dersen susarım.ve işte sesini duyuyor gibiyim..

17 Aralık 2011

Cumartesi..

Dinlenme zamanım. Bu hafta sonunu evde oturarak sadece istediğim şeyleri yapmak ve dinlenmek için kendime ayırdım. Dün aldığım iki kitap bu tembel zamanlarımda bana eşlik edecekler. Birine başladım bile. Virginia Woolf  'Kendine Ait Bir Oda' .Ne muhteşem cümleler onlar! Anlamak için aklın zorlanması gerekenlerden. Kadınlara, "para kazanın,kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!" diyor. Erkek egemenliği altında sindirilmiş kadınların, günyüzüne çıkamayan hazineleri artık suskunluk bozulup, bir cesaret ve kendine güvenle haykırmalı beyaz kağıtlarda. Görülsün ki en büyük dehaların cinsiyeti erkek değil. Duygusal zekaları bu kadar gelişmiş, dipte köşede saklanmış her bir detayı bu kadar ustalıkla zorlanmadan çıkarabilen bir yaratık, varoluşundan beri biriktirdiği acılarını,mutluluklarını, ikinci sınıf  vatandaş olduğuna inandırılmış kimliğinde bastırdığı düşüncelerini, güçlü ve korkak yanlarını ve zekasını yazmalıdır artık. Feminist bir düşünce ürünü olarak ya da eşitlik mücadelesi sonucu değil ben de varım olgusunu kendine ispat etmek için yazmalı önce. Sonra yol açılsın da  sadece erkeklere ilham periliği yapmanın yanında düşünme yeteneğini de  (hem de sınırları zorlayacak kadar) gösterebilsin. Yazalım ama önce Virginia Woolf okuyup sonra yazalım.
 İkinci kitabım Charles Bukowski 'Pis Moruğun Notları'. Kendine Ait Bir Oda'dan sonra açılmış zihnimin içine dolmayı bekleyen 176 sayfa. Ben o Pis Moruğu da seviyorum. Bu hafta sonu bir de iyileşmeyi umut ediyorum. Zira haftanın yorgunluğu bünyemde hastalık belirtileri göstermeye başladı. Limonlu adaçayı takviyelerim işe yaramalı! Ankara'nın soğuğu iliklerimi dondurdu çözülmeleri gerek. (bir de dün oynadığımız yer  tiyatro sahnesi değil buz dolabıydı sanki) Son olarak Virginia Woolf'un  kocasına yazdığı intihar mektubunu paylaşmak istedim.Okunduktan sonra ruhuna iyi dilekler bir kez daha gider belki diye..
Sevgilim,
Yeniden delirmek üzere olduğumdan eminim.O korkunç dönemlerden birine daha göğüs gerebileceğimizi sanmıyorum.ve bu sefer toparlanamayacağım da.
Sesler duymaya başladım.Dikkatimi bir şey üzerinde toplayamıyorum.Ben de yapılabileceklerin en iyisi gibi görünen şeyi yapıyorum.Sen bana mümkün olan en büyük mutluluğu verdin.Birisi başkası için ne yapabilirse, hepsini yaptın.Sanmam ki başka iki kişi bizden mutlu olmuş olsun, bu korkunç hastalık gelene kadar.Artık onunla mücadele edemiyorum, hayatını zehir ettiğimi biliyorum, ben olmasam çalışabilirdin ve biliyorum ki çalışacaksın. Görüyorsun ya, bunu bile doğru dürüst yazamıyorum. Okuyamıyorum.Söylemek istediğim şu, hayatımın bütün mutluluğunu sana borçluyum.Bana karşı hep sabır gösterdin ve inanılmayacak kadar iyiydin.Bunu söylemek istiyorum-bunu herkes biliyor-biri beni kurtarabilseydi eğer, o sen olurdun.Senin iyiliğinin kesinliği dışında her şey benden gitti artık.Hayatını daha fazla zehir edemem.Sanmam ki başka iki kişi bizim olduğumuz kadar mutlu olsun.

10 Aralık 2011

mmm......

'kalabalık bir sokak belki hayat, sen her köşe başı..yorgunluktan mı bu halim düşünmek bile zor.. kelimesiz geldiğim fikirler yol almaz,dağınıklıktan mı bu halim durulmak artık zor.. geçmişte bitirdiğim hüznümde hal kalmaz..
  sen yağmur sonrası..'
gözlerini bırak da git dedim. sen yokken seninle avunmama izin verir misin? zamana yetişemiyorum.  doyamıyorum. cennette yerimi garantiledin sana borcumu nasıl ödeyebilirim? bir de ben anlatsam.  çamura bulanmış zihnim sadece seni düşündüğümde berraklaşıyor. gözlerinin mavisini elde etmek için kaç boya harcadım bilsen. her maviyi denedim indigo, prussian, parlement, beyazla da karıştırdım pembe bile kattım. yok olmadı. parçalanmış vazo gibi maviler.. neyse dedim zihnime çerçeveledim nasılsa unutmama izin vermeyecektir beynim. tesadüf olamazsın. bana bütün bilinmeyenlerimi alıştıra alıştıra söyle. mesela bugün cesaretimi keşfettik; bedeli yalnızlık olanını. en sevdiğin yanımmış ya yalnızlığa razı geldim. sigara söndürürken yanan parmağımı öptün farkında olmadan. iyileşti. evet işte bu sihirli kelime iyileşmek. beni iyileştiriyorsun. her boşluğum seninle dolmak için boşalmış meğerse.  bu yüzden teşekkür etmeliyim giden her şeye. sana yer açmakmış amaçları. hoş bulman da yine senden kaynaklanıyor yani. sen benim duygularımdan sorumlu olan beyin katmanımsın. duygusal beynim. %20 lik bir alan kaplaman gerekirken sen %80 imi çevrelemişsin. ne mutlu. isminin harflerinden en çok M yi seviyorum. ait olanı söylüyor. beniMsin, seniniM, canıM, herşeyiM.. özlersem çıldırırım dedim yakında geleceğini biliyorum.

22 Kasım 2011

keyfe keder oh..oh...

   Yok benim durumum kedere keyif olsun. İçim nasıl kıpırdanıyor bilseniz. Hayır aşık değilim. Baharda gelmedi. Sınavı da kazanamadım. Ama tiyatro geldi hayatıma, hoşgeldi. Beni canlandırdı. Çocuk oyununda oynuyorum. Tiyatrocu değilim ama işte bu bir tiyatro oyununda oynamama engel olamadı. İlk defa onlarca çift göz bana bakarken konuşuyorum, gülüyorum, düşüyorum ve bunları olabildiğimce rahat yapabiliyorum. İlk oyunlarımda bir kaç şapşallıklar yaptım evet ama kim yapmamıştır ki!! Bir keresinde -en kötüsüydü bu-beynim durdu. Ne söyleyecektim şimdi ? hatırlayamadım, öleyim bari diye geçirdim içimden imdadıma arkadaşım yetişti. Zırvaladım biraz ama hemen toparladı sağolsun. Tabi seyirciler de çocuk olunca bizden başka kimse neler oluyor anlamadı. Doğaçlamanın gözünü seveyim. Farkettim ki oyunun sonunda selam verirken çocuklar alkışlamıyorlar, olsun öğrenmeleri için büyümeliler dedim. Tiyatro harika bir şey vesselam. Çok mutlu ediyor beni. İzleyenlerden daha çocuk içim. Çok uzun zaman sürdüremeyeceğim için şimdilik tadını sonuna kadar çıkarıyorum. Rengi de turuncu.
   Bugün bir de nihayet ders çalışmaya başladım. Sadece 15 soru çözmüş olsamda kendime verdiğim sözü tuttum. O hiç gelmeyen pazartesi geldi ve kitaplarım masamdaki yerlerini aldılar. Buna mutlu muyum, pek değil. Resim de yaptım ayrıca. En son 2 ay önce değmişti elim fırçaya. Bugün nerdeyse resmi bitirecektim.  Anladım ki ruhumu boşaltmanın vakti gelmiş de geçmiş bile.Günlerdir duruyordum. Evet sadece duruyordum. Aklımdan geçen binlerce düşünceyi kovalayıp kaçırmakla meşguldüm. Hem de öyle meşguldüm ki nefes almayı bile unutacaktım.
   Bir de mavi gözlü aklım var hayatımda. Bir kaç haftadır. Onu da buyur ettim içeri. Bana bu dünyada yalnız olmadığımı gösterdi. Ne büyük bir lütuf.. Benim için, bana söyledikleri öyle inanılmaz ki.. Ben şimdilik ona inanmayı seçiyorum.
   Yarın yine oyun var. Neyseki hergün var. Erken kalkmak bile hiç bu kadar sorunsuz olmamıştı.




bu da benim dağınıklık içindeki düzenim

    20 Kasım 2011

    zavallı insancıklar

    Bu nasıl bir yüzsüzlüktür hiç anlamıyorum.Meydanı boş bulunca sallamak bedava.Bazen insanlar nasıl da anlaşılmaz oluyor.Yine aynı insanların yanlış anlama kabiliyeti de görülmeye değer.Sen ne dersen de anlattıkların onların işine geldiği gibi.En büyük özellikleri gece rahat uyuyabilmeleri için öyle olmadığın halde seni suçlu ilan edebilecek yüzsüzlükte olmaları.Kimi kandırmaya çalışıyorlar.Korkuları öyle yenilmez ki savunmalarının çoğu kaybetmek üzerine.Kaybetmekten,yenilmekten korktukları için cesaretlerini öldürmüşler.Böyle bir insana değer vermiş olmak kendi değerimi sorgulamama neden oluyor.Yanılmışım demenin verdiği o iğrenç duygudan nefret ediyorum.Her bu defa başka değişlerimin sonunun aynı bitmesi canımı sıkmaya başladı.İnanmak istediğim en önyargısız anımda gafil avlanmaya devam ediyorum.Bu çok farklı demenin keyfine fazla kaptırıyor olmalıyım ki gerçekleri göremiyorum. Aynı sonuca ulaşmadaki yöntemlerimiz  bizi farklı kılıyor belkide.Belkide hepimiz aynıyız.Belkide ben buna inanmak istemiyorum.Bu öyle değil diyebiliyorum.Dürüst olmak suçu hafifletir mi bilmiyorum ama şu andan daha fazla acı vermeyeceğini biliyorum.İstiyorum demek kolayca söylenebilirken istemiyorum demek neden bu kadar zor geliyor anlayamıyorum.Kızgınlığım bu defa sevgimin göstergesi değil.Neyi istemediğimi iyi biliyorum.Seni öyle hiçe sayıyorum ki bu yazıyı bile tek başına sana ithaf ederek yazmıyorum.Öfkemi beslemelerine izin vermemeliyim.Kendi çirkinlikleriyle onları başbaşa bırakıyorum.Hiçbiriniz benim hiçbir şeyim olamazsınız.

    10 Kasım 2011

    dengesizler dengesizi ben,

    Şimdi hangi utancım içime çektiğim nefes kadar çabuk terkedip gidecek beni? İçimde biriken öfkemi kim sahiplenecek? Kim beni 17 yaşıma geri döndürecek? Yalancı gururum daha ne kadar hiçliğini örtpas edebilecek? Kendimi gizleme oyunlarımın sonunda döktüğüm gözyaşlarını silebilecek bir el kaldı mı dünyada? Bir hiçsen eğer her şey olmaya hazırsındır. Birinin sevgilisi, diğerinin dostu, annesinin kızı, aşkın yalancı çobanı, dünyanın kendini bilmez insanlara sunduğu bir oyuncak ve yalnızlığının baş kahramanı. Hastalık numaraları yapmaya başladığım anda farketmiştim çaresizliği. Çocukken daha. Hep hastaydım ben; okula gitmemek için, babam beni daha çok sevsin diye, annem emziğimi saklamasın diye geceleri, köfte yemekten kurtulabilmek için... Köfteyi hiç sevmedim ben. Ağzımda bıraktığı o iğrenç kokudan nefret ettim. Çocukken kendi yarattığım arkadaşlarım olurdu. İsim takardım onlara. En sevdiğim isimleri. Kendi ismimi de değiştirirdim. Başıma tülbent geçirip saç yapardım kendime. Annem saçlarımı hep kısa kestirirdi çünkü. Uzun saçlarım olmasını isterdim. Bir de kardeşim olurdu azarlayabileceğim. Yatak odasına geçer arkadaşçılık oynardım. Yalnız büyüyen bir çocuk nasıl oynarsa öyle işte. Sessiz bir çocuktum. İçimde yarattığım dünyada çok konuşurdum ama. Uydurduğum yalanları anlatırdım uyduruk arkadaşlarıma. Uzun süre devam etti bu alışkanlığım, sonra bi gün uyandım arkadaşlarım gitmişti. Üzülmedim, başka yalnız çocuklara arkadaşlık etsinlerdi artık, benim ihtiyacım kalmamıştı. Her alışkanlığım beni bu kadar kolay bırakmadı tabi. Şimdi burada alışkanlıklarımla yüzleşmek istemiyorum. Neyi kime anlatıyorum onu da bilmiyorum. Kafamdaki sorular bir önceki cevaplarımı çürütmek ister gibi. Kendimle savaş halindeyim. Bi iyi hissediyorum bi kötü. Geçenlerde bir arkadaşım dengesizsin sen dedi. Nedenini söylemedi. Şaşırdım.  Şimdi de neye şaşırmışım acaba diye şaşırıyorum. Dengesizim evet. Dengede durmak nasıl olur bilmiyorum çünkü. Tutarlı olmamak mı dengesizlik? Her gün beynim yenilenirken nasıl mümkün olur bu. Ya da ne istediğini bilmemek. Dün severken bugün nefret ediyo olmak. Evet kulağa dengesizce geliyor ama ben kaşif gibi hissediyorum kendimi. Olup biteni keşfetmeye mecbur bi kaşif. Henüz hiçbir şey bulduğum yok neyazıkki! Bu yazı bile dengesizce olmuş. Herbiri birbirinden bağımsız yanyana dizilmiş cümleler.Bazen ard arda üç anlamlı cümleden sonra beynim durur, başka bir düşünceye geçer, üç cümle daha..  Başta söylediğimi sonda yalanlayabilirim. İki önceki cümle yalan olabilir mesela! Yazıya başlarken anlamlı bir bütün oluşturabilme hayalim vardı. Bugün biraz fazla dengesizim galiba!

    01 Kasım 2011

    ...sen susarsan ben susarım

    Sen susarsın..O gelir.Yolculuk ne kadar da zor geçmiştir.Bilebilir misin her yola ne acılar bırakmıştır O.Her geliş bi vazgeçiş olmuştur.Ve sen arta kalan ne varsa onunla yetinmek zorundaymışsın bundan böyle.Gelmiştir ya işte!
    Sen susarsın..Mutluluk sarhoşunun anılarını dinliyorsundur bu defa.Anlayamazsın, gözyaşını nasıl bu kadar çabuk kurutabilmiştir bi söz.Hangi sözdür o sana bir türlü söylenemeyen.
    Sen susarsın..Gelecek hayallerinin peşine düşmüş biri,umudu gösterir sana.Sen anlamını bile kavrayamadan daha,gitmiş olan umudu.Sormak gelir içinden kaç tane kaldı diye.
    Sen susarsın,vücudunun her zerresi haykırırken içinden.Sevgiyi vaaz verirler sana.Yaratılmış en kutsal duyguymuş ya o.Her kapıyı aralar,içeri buyur edilirmiş.Sevgisiz varolamazmış tabi hiçbir canlı.
    Sen susarsın,kaybettiklerine yanan biri öfkesinin sebebi seni gösterirken.Hiç mutlu olamamıştır ki zaten hayatta.Şanssız doğmuş ve üstelik bunu bir madalya gibi boynundan çıkarmamaya yemin etmişken,şimdi de hesap soracak seni bulmuştur.Sen böyle gitmemiş olsaydın,sanki doğumuyla armağan edilen yazgısı değişecekmiş gibi.Gitmeseymişsin keşke.
    Sen susarsın,kendisini bir tek senin anlayabildiğini söyleyen bir dost omuzunda ağlarken.Bilemez ki anlaşılabildiğin tek bir an için ömrünün geri kalanını vermeye hazır olduğunu.Sen susarsın.. Konuşulacak bir şey kalmadığı için değil.Tükenmişliğine susarsın,yaşamaya susarsın,O'na susarsın..




    29 Ekim 2011

    başlarken..

    Bir şeye başlamak benim için çoğu zaman sıkıntı verici olmuştur.Bir yazıya nasıl başlanılmalıdır örneğin hiç bilemem.Giriş bölümleri sancılıdır anlayacağınız.Ama gelişme ve sonuç bölümü o kadar zorlayıcı olmaz.Çünkü kendi akar gider zaten,çaba gerektirmez.Bi başladın mı gerisi kendiliğinden gelir (şu an olduğu gibi:) Duraksamadan yazmak gerek ama,yani en azından benim için öyle.Çünkü yazıya molalar verdiğimde bitiş cümlemi asla bir daha başlangıca alamam,gerisini bi türlü tamamlayamam.Gitmiştir artık.Anlatmak istediğini o anda anlatamayınca (sence en gerekli an ya da önemli an o andır çünkü) o anlatmak istediğin puuff gitmiştir işte bilincinin gizli mağaralarına.Tahmin edersiniz ki buraya yazmaya başlama sürecim de bi hayli uzun sürdü.Bu blogu açtım kendime ve aylarca öyle bomboş bekledi.Ama benim de bir blogum olmasın değildi ben de buraya yazmamayım değildi işte.Direncim bugün kırıldı ve şimdi burdayım ve başlangıç aşamasını geçtimm dimi?;) Buraya tıpkı kendi kendimle konuştuğum gibi yazmaya karar verdim.Kendime ne soyleyebiliyorsam burda da soyleyebilirim dedim.Hatta kendime söyleyemediklerimi buraya yazarsam bu harika bir keşfediş olabilir ne dersiniz?!Eğer okuyan olursa onlara da soylemiş olurum okuyan olmazsa ne biliyim olmaz işte.Hem yazmak iyidir der herkes bence de iyidir.Beynime dolan düşünceleri arada bir boşaltmalıyım ki yenilerine yer açılsın dimi?Yıllar sonra okunulduğunda da hangi süzgeçlerden hangi fikirlerle geçmişsin görmek de eğlenceli olabilir.Aslında hiçbir bahaneye ihtiyacın da yoktur,yazmak istersin ve yazarsın iştee;saçma sapan,şuursuzca,öfkeyle,utançla,bazen itiraf  bazen şikayet eder gibi,keyifle,huzurla,ağlayarak,sarhoş olarak,isteyerek ya da istemeyerek,bi dolu şey işte..(Bu balangıçtan da pek hoşnut kalmadım ama idare edin lütfenn.)